Amerika’nın ‘Arka Bahçe’deki son çırpınışları

Kitap alacak parası olmayan bir öğrencinin, Eduardo Galeano’nun Latin Amerika’nın Kesik Damarları adlı eserini sahaf sahaf dolaşarak okuduğu söylenir.
Galeano kitabında Amerika kıtasının güneyinde yaşayan yerlilerin, kuzeye yerleşen işgalciler tarafından nasıl sömürüldüğünü edebi bir dille anlatır.
Geleano’nun anlattığı 500 senelik sömürü düzeni halen devam ediyor.
Zapata’dan, Allende’ye ve Morales’e değin ABD’nin, Güney Amerika’da sosyalistlere, milliyetçilere ve antiemperyalistlere karşı başlattığı sürek avı sürüyor.
Son perde Bolivya’da oynandı. Amerika destekli darbe, Bolivya’yı bağımsızlıkçı bir çizgiye sokan, seçilmiş Devlet Başkanı Evo Morales’i istifaya zorladı.
Son gelen haberler, Bolivya’da Morales yandaşlarına karşı infazların ve tutuklamaların başladığı bilgisini içeriyor.
Güney Amerika’yı “arka bahçesi” olarak gören ABD’nin, dünyanın bu bölgesine yönelik baskılarının artmasının altında zengin kaynaklarının yanı sıra Trump yönetiminin tekrardan uygulamaya soktuğu Monreo Doktrini yatıyor.
Fakat bölge ülkelerinin süren direnişinin yanı sıra Rusya ve Çin’in kıtada artan etkisi ABD’yi sersemletmiş durumda.

AMERİKA KITASI’NDA HÂKİMİYET
Merhum Soner Polat Amiral, Aydınlık gazetesinde 12.2.2019 tarihinde yayımlanan yazısında Monreo Doktrini’ni şu ifadelerle anlatmıştı: “ABD Başkanı Monroe, 1823 yılında özellikle Orta ve Güney Amerika konusunda temel bir politika yaklaşımını gündeme getirdi. Bu yaklaşım jeopolitik izler de taşıyordu. Avrupa’daki meselelere karışmayacağını ama Avrupa’nın sömürgeci devletlerinin de Amerika’dan uzak durmasını talep ediyordu. Bu doktrin, “Amerika kıtasının sorumluluğu ABD’ye aittir!” şeklinde özetlenebilirdi. ABD, dolaylı olarak Orta ve Güney Amerika’yı politik, ekonomik ve askeri olarak bir nüfuz alanı olarak gördüğünü deklare etmiş oldu.”
Trump yönetimi, askeri-ekonomik zafiyetler nedeniyle Batı Asya’dan çekilirken ağırlığını Latin Amerika’ya vereceğini yani Monreo Doktrini’ni uygulayacağının sinyallerini verdi. Pentagon ve neoconların bu planın Batı Asya’dan çekilme kısmına muhalefet ettiğini biliyoruz.
Trump’un başa gelişinden itibaren, başta Brezilya olmak üzere Güney Amerika ülkelerinde ABD baskısı kuvvetlendi:
- 2015 yılında Arjantin’de ABD’nin ekonomik baskıları sonucu 12 yıllık sol iktidar devrilirken, ülkenin önde gelen zenginlerinden, neoliberal siyasetlerin savunucusu Mauricio Macri iktidarı ele geçirdi.
- 2017’nin son aylarında bu defa Şili’de ABD destekli milyarder Sebastian Pinera seçimleri kazandı.
- Venezüella’da Chavez’in selefi Maduro’ya karşı darbe, suikast ve iç karışıklık denemeleri uygulamaya konuldu. Fakat başarısız oldu.
- Kıtanın kalbi olarak kabul edilen Brezilya’da Sosyalist Dilma Rousseff, 2016’da bürokratik bir darbeyle Devlet Başkanlığı görevinden alınırken, halefi Lula da Silva göstermelik bir soruşturma sonucu tutuklandı.
- Washington kuklası emekli asker Jair Bolsonaro tartışmalı bir seçimle, 2018’de Brezilya Devlet Başkanı seçildi.
Bolivya’da Morales’e karşı düzenlenen askeri darbe, Trump’un uyguladığı Monreo Doktrini’nin son parçası olarak değerlendirilebilir.

DİRENEN GÜNEY
Fakat ABD’nin kıtaya hâkimiyet çabalarının başarılı olmadığı, Washington’un bir yandan yamaladığı siyasetlerinin diğer yandan patlak verdiğini gözlemliyoruz. Şöyle ki:
- 2019 yılında, Arjantin’de merkez solun adayı Alberto Fernandez Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazandı. Küba ve Venezüella’da sosyalistlerin iktidarı, ABD’nin baskıları ve komplolarına rağmen sürüyor. Brezilya’da eski Devlet Başkanı Lula’nın serbest bırakılması, ülkede sağ iktidar karşıtı bir havanın yükselmesini sağladı.
- Şili’de ise halk haftalardır, ABD destekli iktidarın neoliberal siyasetlerine karşı sokakları doldurmuş durumda.
Kıtadaki gelişmelerin gösterdiği üzere, Bolivya’da Morales ve destekçileri bugün iktidardan uzaklaştırılmış olsalar da yarın daha kuvvetli bir biçimde geri döneceklerdir.
ABD’nin “arka bahçe” olarak adlandırdığı Latin Amerika’da devamlılığı sağlayamamasının altında, Rusya ve Çin’in bölgede daha etkin bir siyasete yönelmesinin de etkisi var.

RUSYA VE ÇİN LATİN AMERİKA’DA
ABD devletine yakın Carnegie ve Brookings İnstitute’un raporları incelendiğinde, Rusya’nın Latin Amerika’ya yönelik olarak ekonomik-sosyal ve askeri hamleleri içinde barındıran jeopolitik bir yaklaşım geliştirdiğini görüyoruz.
Moskova’nın Latin Amerika’yla ekonomik ilişkileri, 2006’dan bugüne değin %50’yi aşan oranda büyümüş durumda. Aynı dönem içinde, kıta ülkelerinin hemen yanı başında bulunan ABD’yle ticaretleri ise sadece %38 oranında arttı.
Rus enerji devi Rosneft’in Venezüella ve Brezilya’da devlete ait petrol şirketleriyle karşılıklı ilişkiler kurduğu ve bu ülkelerde tam rakamı bilinmemek üzere yatırımlar yaptığı biliniyor.
Venezüella ve Küba başta olmak üzere Rusya ve Latin Amerika ülkeleri arasında silah satışının yanı sıra, askeri teknoloji temini ve geliştirilmesi konusunda da kapsamlı anlaşmalar yapıldı.
ABD ordusunun resmi yayın organlarından Military Review’in raporuna göre, Latin Amerika’da yaşayan Rus diasporası, Moskova ve Latin Amerika ülkeleri arasındaki temaslarda etkin bir rol oynuyor.
Son olarak Caracas’da, sosyalist Maduro hükümetine karşı gerçekleşen darbe girişimini bastırmak için Rusya’yla bağlantılı askeri grupların ülkeye giriş yaptığına dair iddialar basında yer almıştı.
Diğer yandan, Latin Amerika’nın Pasifik Okyanusu kıyısında kalan ülkelerin hemen hemen tamamı ve Venezüella, Çin merkezli Kuşak Yol Projesi’nde yer alacaklarını ilan ettiler.
Çin ve Latin Amerika ülkeleri arasında ticaret, 2006’dan 2016’ya değin %200 artış gösterdi.
2000-2018 yılları arasında Çinli firmalar, kıtanın tamamına toplam 109 milyar dolar tutarında yatırımda bulundu.
Yine bu süreçte, Çin bankaları çoğu altyapı projelerinde harcanmak üzere kıta ülkelerine 114 milyar dolar kredi verdi.
Özellikle otoyol projelerini bir bütün halinde ele aldığınızda, Çin’in kıta ülkelerini birbirine bağladığını görüyorsunuz.

DEVRİM YARIN YİNE KAZANACAK
Bu noktada, son günlerde halk hareketleriyle sıkça gündeme gelen Şili ve Bolivya’yla ilgili bir bilgiyi unutmadan paylaşalım: Şili ve Bolivya toplamda, dünya lityum rezervinin yaklaşık %60’ını sınırları içinde barındırıyor.
Beyaz petrol olarak bilinen Lityum günlük hayatımızda sıkça kullandığımız cep telefonu, tablet, diz üstü bilgisayar ve geleceğe damgasını vurması beklenen elektrikli araba gibi pek çok araç/gerecin yapımında kullanılıyor.
ABD’nin “arka bahçesi”nde dahi gerilediği bir dönemden geçiyoruz.
Rusya ve Çin, rakibini evinde zayıflatmayı amaçlayan bir siyasete yönelmiş durumda.
Latin Amerika’da ABD’nin dikiş tutturması mümkün gözükmüyor.
Morales ve destekçileri bugün kaybetmiş olsalar da yarın yine kazanacaklar.
Yazımızı Latin Amerika’nın büyük devrimcisi Fidel Castro’nun sözleriyle bitirelim: “Devrim, gelecek ve geçmiş arasında ölümüne bir kavgadır.”