Amerika’yı sevmemek - 1

CIA’yı kurduran adamdır bir kere, nasıl unutulur! Avrupa ülkelerini ve ABD’yi olası komünizm tehlikesine (!) karşı koruyan NATO’nun kuruluşunda büyük etkisi bulunur. Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu ve Marshall Planı’nı da desteklemiştir. Marshall Planı, ayrıca yazılmayı hak eder. Yetmez mi bunlar! Yetmez. Adamımızın adı Harry S. Truman’dır. Bu isim, ilk anda çok kimsenin aklına bir şey getirmez. “İkna edemiyorsan aklını karıştır” diyen bir devlet başkanı düşün. Fakat üzerinde durmak gerek, önemlidir. İsmindeki S pek işe yaramaz. Dedesi Anderson “S”hippe ve öteki dedesi “S”olomon Young’un isimlerindeki ortak harf olduğundan araya ilişmiş bir S’dir bu. Dolayısıyla yanına nokta koymak gerekmez. Evlatlarına göbek adı olarak sadece S adını koyacak kadar boş, bomboş bir ailenin çocuğu Truman.

Gelgelelim bir sürü mentora, yaşam koçuna ve benzeri başarı delilerine örnek oluşturabilecek bir kariyere sahip. Amerika denen bu “değişik” ülkede böyle birinin bile (hatta belki en çok böyle birinin) birçok şey olabileceğini anlatan bir hikâyesi var. Geçen asrın Amerikan başkanları içinde cephede savaşmış tek kişidir öncelikle. Gençliği cidden hazindir. Derken Kansas’ın büyük haydudu, “politik patron” Thomas Pendergast tutar elinden beyimizin ve dünyası değişir. Pendergast'in senatörü olarak bilinen Truman’ı yıllarca kimse ciddiye almaz. Demokrat Parti’nin ağır abileri tarafından Roosvelt’e danışılmadan başkan yardımcısı yapılır. Bu konumdayken bile öyle umursanmamıştır ki başkanla dört ayda sadece iki kez baş başa toplantı yaptığı bilinir. Yaşamı boyunca hep birilerinin maşası olmuş bir adam!

Lise mezunu siyasi liderimiz; uydurmuyorum, Craig Von Buseck tarafından yazılan I Am Cyrus: Harry S. Truman and the Rebirth of Israel adlı kitapta bir “kahramanlık” (!) hikâyesinin parçası diye tanıtılır. Başkanlıktan ayrıldıktan sonra, Kasım 1953’te toplanan Yahudi Teolojisi Semineri, S Bey’i onurlandırmak için New York’ta bir ziyafet düzenler. Yemek sırasında beyimiz katılımcılara “İsrail devletinin doğuşuna yardım eden insan” olarak takdim edilince hemen koşup mikrofonu eline alarak şöyle buyurur: “Yardım mı etti! Yardım etti ne demek baylar, ben Kyros’um Kyros!" Kyros kim diyeceksin! MÖ 530'da ölen, Babil’i fethedip Yahudilerin esaretine son vererek ülkelerine geri dönmesini, mabetlerini inşa etmesini sağlayan Pers kralı...

Adolf Hitler’i ansam? Katil dersin; hemen aklına acılar, kıyımlar, katliam, gözyaşı gelir. Gelsin de zaten. Peki başkanlık koltuğuna oturmadan önce hiç haberdar olmadığı atom bombasının, Hiroşima ve Nagazaki’ye atılma emrini imzalamış Truman’a ne diye hitap edeceğiz; az buz iş değil ey okur. Dünyadaki en korkunç katliam, bizzat ABD’ye, bu adama aittir. Herkesi sırası gelince soykırımcı, katliamcı ilan ederler; o günler hakkında nedense hiç konuşmazlar. Sıradan Amerikalı vatandaş bile bu adamla ilgili konuşmaktan kaçar, üstünde durmaz. Hep suskun, dudak bükerek geçiştirilir. Hitler’in yıllara yayıp da yaptığı kıyımı bu alçak bir buçuk dakikada toparlamıştır. Tek hamlede! İlk anda 80 bin, yıl sonuna dek 140 bin kişi ve bugüne dek sürüp giden etkiler. Üstelik katliam planlanırken sosyal yaşamları incelenip Japonların en çok dışarıda olacağı saati hesaplamıştır Amerika. Hitler, insanlığı gaz odalarına sokmuştu, bunlarsa bir coğrafyanın tümünü gaz odasına çevirdi, unutma...

Kore Savaşı’nı da unutma, düşün. Oğullarını Kore’de kaybetmiş bir aile, S Truman’a tarihin en güzel cevaplarından birini vermiş, başkan ölesiye dek kendisine gönderilen emaneti insan içine çıkartamamıştır. Oğlu ölen aile, Amerika’nın kahramanlık madalyası olarak bilinen mor kalbi “oğlumuzun orada ölmesine doğrudan sebep olduğun için madalyayı sen almalısın” diyerek Truman’a yollamış, ayrıca “oğlumuzun maruz kaldığı muameleyi kızın görmediği için üzgünüz” diye de eklemiştir. S Bey hakkında, Oliver Stone’un çektiği belgeseli, izlemeyenlere önereyim. Stone bu yapımda, Truman’ın başkanlık sürecindeki rakibi Wallace’tan bahseder. Tarihe böyle bakılmaz ama Wallace, S’nin yerine başkan olsaydı aralarında bizim de bulunduğumuz birçok ülke Avrasya’da ta o tarihten başlayarak yeni bir yola çıkabilirdi.

Belki de Hitler adının yanında “doktrin” kelimesi var olmadığı için çoğunluk birini katil diğerini başkan bilmektedir. Oysa ikisi de katildir: Biri küçük, biri büyük. Atom bombası diyorum sayın okur, atom! Doktrini de doktrin hani! Bu aptallık silsilesi ABD’nin bugün yürüttüğü Ortadoğu politikasının da özüdür. Sırf bu bile, Amerika’nın nice karanlık bir canavar olduğunu gösterir...

Bir de not: Atom bombası kullanıldığında Japonya zaten petrol ve yiyecek sıkıntısı çekiyordu. Yani neredeyse teslim olmaya hazırdı. Üstelik Truman bunu biliyordu, çevresindeki bilimcilerin atom bombası konusunda verdiği raporu da okumuştu. Japonlar çok önceden imparatorun ve imparatorluğun korunacağı güvencesiyle teslim olacaklarını bildirmişti. Haftaya Amerika’ya devam edeceğim. Bitirmeden Jon Taylor’un Truman’ın Büyük Çiftliği adlı kitabından alıntı gelsin. Adam 27 yaşındayken gelecekteki eşine ne yazıyor bak: “Dürüst, erdemli olduğu, zenci veya Asyalı olmadığı sürece her insan diğeri kadar iyidir bence. Amcam Will, Tanrı'nın beyaz adamı tozdan, siyahı çamurdan yaptığını, geri kalandan da Asyalıları yarattığını söylerdi; Japonlar ve Çinlilerden nefret ediyordu, ben de öyleyim. Belki de bir ırk önyargısı fakat kesinlikle fikrim şudur: Zenciler Afrika’da olmalı, sarı adamlar Asya’da; Avrupa ve Amerika’da da beyaz adam olmalı!”