Amerika’yı Sevmemek - 3

Voltaire’i, Nazileri, Platon’un Devlet’ini andık, Aristo kaldı. Bu beyefendinin Politika adlı eserine bakılmalı ki altın bronz gümüş veya siyah beyaz ayrımlarının kökenlerine inelim. Çocukların ölüme terk edilmesi bağlamında “sakat olanların yaşatılması engellenmeli”, hatta buna ilişkin yasa çıkarılmalı, sakat doğanları öldürmek yasaya bağlanmalı buyuruyor adamcağız. İnsanları maden olarak görürsen böyle şeyler olabilir...

Yasa istemiş madem, hiç itiraz eder mi sevgili Aristo’suna beyaz adam; Amerika hemen atılıyor öteden. Birinden söz edeceğim bak, bilen bilir bu beyefendiyi de: Kuzeni Darwin’den aldığı ilhamla epeyce saçmalamış ama insanlık dışı fikirlerini Darwin ölesiye dek hep kendine saklamış biri: Sir Francis Galton. Öjeninin büyük üstadı. Öjeni mi? O da ne! Batı’nın büyük buluşu canım: İnsanların genetik olarak kontrol edilip ayıklanarak ıslah edilmiş nesiller üretmek.

Geçen yüzyıl başı, 1907. İkinci ve asıl büyük öjenici Hitler ve saz arkadaşları henüz ergen daha. Roosvelt başkandır. ABD’nin Indiana eyaletinde zekâ özürlü, sağır ya da kör kimselerin kısırlaştırılmasına yönelik bir yasa kabul ediliyor. İki yıl içinde de bu “çok müthiş fikir” Washington ve Kaliforniya’ya ulaşıyor. 1926 yılında Madison Grant ve Henry Fairfied Osborn efendiler öjeni derneğini kuruyor: American Eugenics Society derler bir dernek. Finansmanı nereden hiç sormuyorum; yeri değil. Ardından küçük dernekler geliyor, Newyork’ta Galton Society, Michigan’da Race Betterment Foundation. Race betterment diyor adamlar yahu, ırk iyileştirme derneği... Amerika sevilmemek için daha ne yapabilir.

Alev Alatlı hatırlatmış. Bu dernekler fitter family’ler yani “daha sağlıklı aileler” arasında yarışmalar, etkinlikler düzenliyor. Philedelphia’da böyle bir etkinliğin sloganı yirminci yüzyılın kısa özetidir: “Bazı Amerikalıların doğumu, diğerlerine yüktür.” 1935’te Nazilerin çıkardığı alçak Nürnberg Irk Yasaları dikkatlice okunursa ilham aldığı yer hemen belli olur. “Akıl hastası, ahmak, bön, gerizekâlı ya da saralı” yurttaşların kısırlaştırılması gerekir der ABD’li öjeniciler. Joel van der Reijden, “The Pilgrims Society: A Study of the Anglo-American Establishment” adlı kitabında anlatıyor bunları, uydurmuyorum. İnsan böyle şey uydurur mu! 1930’larda ABD eyaletlerinin üçte ikisinde öjenik yasalar yürürlüktedir. Adamlar Platon’u dinleyerek 67.000 kişiyi kısırlaştırmış, altının ayarını bozdurmamıştır. Altın kuşaklardan çıkan malzeme de bu işte!

Madison Grant dedim yukarıda. Yazdıklarımdan habersiz biri, kimdir bu diye merak edip hakkında araştırma yapsa Google hazretleri buyurur: “Madison Grant, bir öjenist ve korumacı ve ilerici çağın önde gelen düşünürlerinden, aktivistlerinden biri olarak bilinen Amerikalı bir avukat, yazar ve zoolog.” Adamın tanındığı alan olarak Bilimsel Irkçılık deniyor. Şu Amerikalıların yaptığı işin farkındasın değil mi? Her şeyin önüne sonuna “doktrin”, “bilimsel” ve benzeri kavramlar koyup işin üstesinden geliyorlar.

İğrençliklerini az daha göstereyim. Ağzından köpükler saçarken kim var kim yok herkesi soykırımcı ilan eden Batılıların veya bunların içimizdeki temsilcilerinin kafasına sertçe atılacak bir kitap var. Bu kitaba, her soykırım lafına etekleri zil çalarak koşturan; fondan fona, lobiden lobiye seğirten acayip devrimciler nedense pek ilgi göstermez. İspanyol papaz Bartolome de Las Casas tarafından, 1542’de Prens 2. Philip’e rapor olarak yazılıp ithaf edilen Kızılderililer Nasıl Yok Edildi’den söz ediyorum. Kitabın muhafazakâr çizgideki Şule Yayınları tarafından basılması da hoş. Gericiden ilerici olur mu gibi tuhaf sorular soran aydınlara da ders oluyor.

1502’de, o güne dek görülmüş en büyük İspanyol donanmasıyla Latin Amerika’ya ulaşmıştı Casas, Avrupalılar Yeni Dünya’yı fethediyordu. Papazın önceleri niyeti zengin olmak, ganimetten payına düşeni almaktı. Fakat bu kara parçasında öyle vahşetlere, işkencelere tanık oldu ki ilkin Amerikan yerlilerini sonra da kıtaya köle diye getirilen siyahları koruyan bir kahramana dönüştü zamanla... Üç dört ay içinde yedi bin kişinin ölümünü izledi. Sırf eğlence olsun diye burunları ve kulakları kopartılan yerliler; henüz memede bebeleri uzağa fırlatma yarışları; üzerine köpek salınan masum insanlar. Alıntı geçemeyeceğim bu metinden.

Batının kendi dışındaki dünyaya bakışı budur işte. Galeano, Ve Günler Yürümeye Başladı’da anlatır. Amerika’nın, El Kaide lideri Usame Bin Ladin’i öldürdüğü operasyonun adı Geronimo’dur mesela. Neden? Nedir Geronimo diyeceksin? 1829'da Arizona’da doğan bir Apaçidir. Yaşadığı bölge İspanyolların ve Meksikalıların saldırısı altındaymış. 1851’de evine dönünce tüm köy halkının katledildiğini görmüş. Meksikalı birlikler herkesi öldürmüştür. Geronimo o hınçla istilacı beyazlara karşı bilenip mücadeleye girişmiş. Emperyalizme başkaldıran son Kızılderili.

1500’lerden son katliama dek geçen dört yüz yılda seksen milyon cinayet! Casas, Yeni Dünya’ya gelmeden elli yıl önce İstanbul’u fethetti Osmanlı. Bizimkiler işleri büyütüp 1529’da Viyana’ya dayandığı sıralarda koloniciler, Amerikan yerlilerinin yarısından çoğunu katletmiş, yüzbinlerce Kızılderili’yi ipe dizmişti. En son Kızılderili kıyımıyla Ermeni tehciri arasında çeyrek asır var yok! ABD ve Avrupa, sözkonusu tehcire kendi uzmanlığı olan soykırım adını vermek için uğraşadursun, işledikleri asıl büyük soykırım suçunu hiçbir zaman umursamaz. Onlara bunu hatırlatacak bir Kızılderili lobisi de yoktur. Zira ortada lobi kuracak Kızılderili bırakılmamıştır. Soykırım da budur, böyledir.