Amerika’yı yeniden keşfetmek
Maçlardan sonra, teknik direktörlerin takıma vermiş olduğu teknik ve taktiği eleştirme gibi bir alışkanlığım yok. Ancak, onların maç sonrası sıcağı sıcağına verdikleri saçma sapan demeçlere eleştiri yaparım. Biraz olsun bu işin içinden geldim. Bakın Fenerbahçe’nin anlı şanlı milyon avroları verdiğimiz Portekizli teknik adam maçtan sonra ne söylüyor: “Futbol zannettiğiniz gibi bir oyun değildir.” Peki nedir? Anlat da herkes öğrensin. “Yüksek skorlu maçlar, gücü göstermez. Rakibe pozisyon vermeden kazanmak gücü gösteri” diyor. Allah Allah, galiba adam Amerika’yı yeniden keşfetmiş. Bu sözleri ile Pereira kendini alim, alemi cahil yerine koyuyor. Onlardan ülkemizde çok gördük. Eller üstünde gelip, giderken arkalarından teneke çalındığını biliriz.
Peki aynı düşünceyi rakip takımlar da düşünüyorsa o zaman ne olacak? Sanırım hangi sistemi kullanırsan kullan bazı şartların, özellikle de rastlantıların da yardım etmesi gerekir. Çünkü futbolda her zaman iki artı iki dört etmiyor. Pereira’ya şunu hatırlatmak lazım. Fenerbahçe’nin bu günkü durumunu istenileni veremeyen kötü futbolunu sadece futbolculara bağlaması da doğru değil. Maç üzerinde bir takım şartların da olması gerekiyor. Gerçek olan bir şey varsa bu kadar büyük transfer ücretleri ödemek suretiyle güçlendiğini zannettiğimiz Fenerbahçe’nin antrenörü ya da teknik direktörü olmasa da bundan değişik oynamaz... Deneyimlerime dayanarak söylüyorum. Bunları da bırakın, bir zamanlar, zorunluluktan dolayı Fenerbahçe’yi krampon tamircisi bile çalıştırdı ve şampiyon oldu. 1946’da F.Bahçe’yi efsane takım haline getiren Molnar’ın hiç futbol oynamadığını bilir misiniz? Böyle gerçekler olduğu için Pereira’nın ya da diğer teknik direktörlerin sözlerine pek inanmak içimden gelmiyor. Ama şuna da inanıyorum ki nasıl ki bir sınıfa öğretmen gerekirse bir takıma da teknik direktör gerekir. Eğer teknik direktör, takımla birlikte bütünleşerek çalışırsa başarı kaçınılmaz olur. Ferdi olarak sadece antrenörün başarısından söz edilemez.
Zaman zaman söyleyip dururum. Aslında “ben yaptım” “ben ettim” demeyi pek sevmiyorum. İnsanın kendisinin kendi yaptıklarını söylemesi evvel ezel güzel gelmez kulağıma. Bu sözcükler biraz despotik. Bu şekilde konuşmak devletin üst kademesindeki insanlara özgüdür. Ama ben futbolda çok eski olduğum için bazı sportif olaylar için bunlardan söze etmeden geçemiyorum. Bu yaşanmışlıkları anlatacak pek kimse kalmadı. İşte ben de bazen,belki örnek olur diye yazıyorum.
Yıl 1963-1964. Fenerbahçe antrenörü Kokotoviç, ben de teknik direktörüm. Hatta o sıralarda teknik direktörlük diplomam bile yok. Göreve geldiğimde, Fenerbahçe, Beşiktaş’tan 7 puan gerideydi. Baktım ki antrenör saçma sapan olaylar yapıyor. İlk deplasmanda Ankara’ya giderken yolda kendisini görevden aldım. Gerekliydi. Çünkü o antrenörle şampiyon olunamazdı. Ben antrenörlüğü de yüklendim. Futbolu bırakalı 13-14 sene olduğu halde top ayakkabılarını giydim, takımı çalıştırdım. Takım şampiyon oldu. Buna rağmen ben şampiyon yaptım demedim ama Fenerbahçe tarihine genç takımdan yetişip de antrenör ve teknik direktör olan ilk futbolcu unvanını almıştım.
İstediğimizi göklere istemediğimizi yerin dibine
Fenerbahçe Kayserispor kupa maçı çok heyecanlı geçti. Sanki İngiltere’de kupa finali oynanıyormuş gibiydi. Taraftarlar hop oturup, hop kalktılar. 120 dakika sonunda Fenerbahçe Diego’nun golüyle 1-0 kazandı. Aslında iki takımı ve onların oyununu karşılaştırdığımızda pek fark yok gibiydi. Başa baş oynadılar. Skor değil ama iki takımın dengesi çok ilginçti. Oysa, Fenerbahçe’nin yapmış olduğu astronomik transfer rakamları ile Kayserispor’un yapmış olduğu transfer rakamları mukayese dahi edilmez. Fenerbahçe’nin evrensel boyutta bir kadrosu var. Ne olursa olsun Türkiye’de artık Anadolu takımları var. Bu durum, Türk Futbolu adına sevindirici bir gelişme. Zaman zaman Anadolu takımları ile ilgili görüşlerimi sizlerle bu köşemde paylaşıyor ve bundan da büyük mutluluk duyuyorum.
Van Persie, dünyanın en büyük futbolcularından biri. Ama geldiği günden beri bir türlü yedek kulübesinden kurtulamadı. Bu durumdan kendisi de hoşnut değil aslında. Arada yedek olarak oynadığı maçlar da oldu. Ancak, neredeyse lig bitecek ama böylesine klas bir futbolcu çoğunlukla yedek kulübesinde. Nadir görülen bir durum. Olaya objektif bir biçimde bakarsak, Van Persie rahatlığı seviyor gibi görünüyor. Servetine servet kattı. Primleri de alıyor. Niye sahaya girip riske girsin ki?.
Persie konusunda düşüncem şuydu. Persie, Fenerbahçe’de tek santrafor olamazdı Çünkü Anadolu takımlarında çok sert oynayan futbolcular var. Onların yakın markajından kurtulmak çok zor. Bu nedenle Fenerbahçe çift santrafor oynamalı. Bunlardan bir tanesi güçlü, kuvvetli ve delici olmalı. Onun sayesinde rahat toplar gelir ve 2. santrafor gole çevirir. Ben hiç ümidimi kırmadım bu konuda.
Ama düşüncem yanlış çıktı. 2. devrede Fernandao ile Persie sanki düet yaptılar ve bu taktikle önüne rahat toplar düştü ama maalesef gole çeviremediler. Bence Van Persie’nin kredisi çok yüksek. Taraftarımız kendisini çok seviyor ve daha fazla performans bekliyor.
Yazılarımı takip edenler bilir, benim bir başka tespitim de vardır. Bizler birilerini istediğimiz zaman göklere çıkartırız, istemediğimiz zaman da yerin dibine indiririz. Bunu da unutmayalım.