Anakronik kamu görevlileri

Geçtiğimiz hafta kamuoyuna peşpeşe yansıyan haberlerde, bazı kamu görevlilerinin, davranışlarıyla kamuyu temsil etmek şöyle dursun ayrıştırmaya hizmet eden davranışlar içinde olduğu görülüyordu. Kamuoyunda daha çok Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş konuşulmakla birlikte benim dikkatimi çeken nokta, Milli Eğitim Bakanlığı bürokratlarının kullandığı bir kavram oldu. Andımız’a itiraz dilekçesini yazan MEB Hukuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü “21. yüzyıl Türkiye’sinde 30’lu yılların ritüellerini benimsemek anakronik (çağdışı) bir yaklaşım olacaktır” demişlerdi.
İlgili kimselerin Bakan tarafından görevden alındılar. Ancak mesele o kamu görevlilerinin ötesinde bir zihniyeti yansıtması bakımından önem taşıyor. Çünkü sadece geçtiğimiz hafta içinde bile birkaç kamu görevlisinin gündeme geliş biçimleri, Hükümetin görevlendirdiği insanların bir kısmında ciddi bir anakroni sorunu olduğunu gösteriyor. Çünkü bu tür kimseler küreselleşme çağının mantığına ve ülkemizin karşılaştığı sorunların gereklerine uygun hareket edemeyen kimseler.
Anakroni, farklı çağlara ait özelliklerin bir arada kullanılması, geçmişte olabilecek bir olayın günümüze taşınması ya da bu çağa ait olguların geçmişe teşmil edilmesi durumu oluyor. MEB bürokratlarının yaklaşımına göre, okullarda Andımız’ın okutulması geçmiş yüzyıla ait, olmuş bitmiş ve artık tekrarlanamayacak bir davranış biçimiydi. Oysa içinden geçmekte olduğumuz dönem küreselleşme çağı diye adlandırılıyor. Küreselleşme, ulus-devletleri milli ekonomi, toplum ve kültür yapılarını çözerek, devletsizleşme yönünde baskı altına alan bir dönem. Bu tür baskılara giderek artan oranda muhatap olan Türkiye’de bazı kamu görevlileri, milleti birleştirmek ve milletleşme dinamiklerini teşvik etmek yerine, aksi yönde tavır aldıklarında çağın dışına düşmüş oluyorlar. Andımız’a çağdışı diyenler, küreselleşmeye karış milli devlet ve millet örgütlenmesi çağında olduğumuzu anlamamış kimselerdir. Bu idraksizlik onları çağın mevzilenmesinin dışına sürüyor, anakronik hale getiriyor.
Hükümet çevreleri haklı olarak ülkemize yönelen siyasi tehditlerden ve ekonomik operasyonlardan bahsediyorlar. Gerçekten de Türkiye’nin karşı karşıya olduğu bölünme, ekonomik çökertme, toplumsal ve kültürel açıdan milletsizleşme tehditleri, geçici değil, sistem ile Türkiye’nin ilişkileri açısından yapısal özellik taşıyor. Ancak bu olağanüstü durum, birlik içinde hareket etmesi gereken toplumu ayrıştıran Diyanet İşleri Başkanı türünden kamu görevlileri ile nasıl göğüslenecek sorusu hükümet açısından cevapsızdır.
Türk milleti Atatürk etrafında toplanmakta, tehditlerin beka sorunu düzeyine tırmandığını anlamakta ve yüksek bir milli bilinçle hareket etmeye uygun davranışlar sergilemektedir. Sözde milli ve manevi değerleri yaşatmak, insani davranmak vs. adı altında toplumu kendi görüş ve önceliklerine göre kalıba dökmeye çalışan bazı kamu görevlileri ise milleti bölmek suretiyle milli ihtiyaçların tam karşısında konumlanıyorlar. Yunan işgalini savunan kendini bilmez şahsı resmi kıyafeti ve hediyeleriyle ziyaret eden Diyanet İşleri Başkanı, Andımız’a karşı faşizm göndermesi yaparak itiraz yazan Milli Eğitim Bakanlığı bürokratları, öğrencileri sabah namazına götürme talimatı veren milli eğitim müdürü veya Cuma hutbesinde seçimlerdeki adaylığını açıklayan imam, türünden kamu görevlilerinin davranışları çağımızın milli birlik ihtiyacına uygun değil. Bu tür keyfilikler hükümetin bütün milleti sistemden gelen tehlikeler karşısında birleştirme ihtiyacı açısından zaaf oluşturuyor. Milli Eğitim Bakanı’nın ilgili personeli görevden almakla gösterdiği uyanıklığın, Diyanet İşleri Başkanı konusunda da gösterilmesi gerekiyor. Kadir Mısıroğlu’nu sevenler olabilir. Ama Türk milletinin bu türden zatların etrafında birleştirilemeyeceğini bilmek ve anlamak için fazla meziyet gerekmez.