Anayasal süreçler-(TAMAMI)

Türk siyasi hayatında anayasal süreçler Batı’da hızla ivme kazanan özgürlük hareketleri, onu tamamlayan ve 18. yüzyıla damgasını vuran 1789 Fransız Büyük Devrimi’nin arkasından ardı ardına gelen haklar beyannamelerinin etkisinde kalarak başlamıştı. Osmanlı İmparatorluğu o sıralarda koyu bir istibdadı yaşamaktaydı. O istibdata karşı (1876) halkın direnme haklarını kullanarak sokağa dökülmesiyle başlayan ve sonra tepkisel ve kitlesel protestoya dönüşen hareketler sonucunda Osmanlı tahtında oturan Sultan Abdulaziz’in çoğunu Fatih, Beyazıt ve Süleymaniye medreselerinin öğrencileri teşkil eden göstericilerin saraya başvurarak padişahtan siyasi istikrar için Mithat Paşa’nın yeniden Sadaret makamına atanmasını istemeleriyle yeni bir boyut kazanmıştı. Sultan Abdülaziz’in, ‘İnkılapçılar’ karşısında geri adım atarak sokağın isteklerine boyun eğmesiyle anayasal ve kısmen hukuksal bir süreç başlamış oldu. 1876’da ilan edilen Meşrutiyet anayasal bir sürecin Osmanlı’da başlamasına neden oldu. Mithat Paşa Batı’nın tuttuğu bir meşrutiyetçi devlet adamıydı. Dünyanın sonradan süper güçleri olacak Batı ve Doğu devletleri daha o günden Osmanlıyı bölmek, yıkmak hesaplarıyla ikiye bölünmüştü. Fransız ve İngiliz gazeteleri meşrutiyetçi hareket lehine yayın yapıyordu. Sadarette bulunan Mahmut Necim Paşa padişahın keyfi harcamalarına kayıtsız şartsız teslim olmuştu ve Osmanlı’yı alabildiğine dış borçların yarısının faizini, yarısını nakit, yarısını da yeni hisse senedi çıkararak borcu borçla ödeme çabasındaydı.(Murat Çulcu- İttihat ve Terakki-s 3-4- Büyük Larousse cilt:1 S:25)

1. Meşrutiyet Anayasası bu şartlarda ilan edildi. Sultan Abdülaziz tahttan indirildi ve öldürüldü. Arkasından gelen Abdülhamit döneminde İttihatçılarla müstebit saltanat arasındaki çatışma (1908-1909) 2. Abdülhamit’in 2. Meşrutiyet Meclisi’ni kurarak (Meclis-i Mebusan) bir süre için İttihatçıların dediğini yapmasıyla sonuçlanan kısa bir süre için de olsa sonunda İstibdat idaresine karşı milletin Meclisin var olmasını sağlayan tarihin ibret verici bir sayfasıdır. Ne yazık ki bu süreç, itilaf devletlerinin Osmanlı topraklarını işgale varan savaşa uzanan, batı emperyalizmi altında kalmasına dek gitmiştir.

1919’da başlayan dönem

1919’dan 1923’te Cumhuriyet’in ilanıyla noktalanan sürece kongreler -yeni Anayasalar- süreci diyoruz. Savaş koşulları içersinde TBMM’nin kendisini Kurucu Meclis kabul ederek Anayasalar yaptığı bu süreç hem çağdaş, özgürlükçü Anayasalar yapan hem de devrimler sürecidir. 1923’ten 1960’a kadar giden bu süreç 1938’e dek tek adam süreci olarak bilinir. 2. Dünya Savaş’ına katılmayan İsmet Paşa Atatürk’ten devraldığı tek adamlığı Milli şef olarak sürdürmüş ve 1945’te değişen koşullara göre henüz hazır olmayan bir toplumu çok partili demokratik rejime götürmüştür.

Ta ki, Devleti 1950 seçimlerini tek başına kazanan ve yeni bir yolu izleyeceği, ideolojisi belli bir partiye teslim edene kadar. Ancak çağlar değişiyor, rejimler yeni kavram ve yeni gereksinimlerle karşı karşıya kalıyor. İşte 27 Mayıs 1960 devrimi ve onun getirdiği 1961 Anayasası bu çağdaşlaşmanın ve yenileşmenin bir ürünüdür. 1971 12 Mart’ında törpülenen, insan hak ve özgürlükleri 1980 12 Eylül’ünde ortadan büyük ölçüde kaldırıldı ve şu sıralarda bu darbe anayasasının değiştirilme hazırlıkları yapılmakta. Üzerinde durulması gereken bu Anayasa’nın nasıl bir Anayasa olacağıdır.

Misak-ı Milli sınırları içinde yaşayan insanların adının Türk olduğunu tartışmak gereksiz. O kadar ki “eski Roma İmparatorluğu içinde yaşayan etnisitesi ne olursa olsun tüm Roma yurttaşlarına nasıl Romalı, deniliyorsa, Osmanlı yurttaşlarına da yabancılar Osmanlı değil ‘Türk’ derlerdi. Orta Asya kökenli bir etnik topluluğun adı Türk olduğu kadar çok sayıdaki başka etnik toplulukların da ortak adıdır. Batı dünyası bizi böyle tanımaktadır.” ( Erdoğan Tokmakçıoğlu- yeni kitabı İdam Edilen Kırk Dört Sadrazam-İsim yayınları Önsöz)

Öyleyse Türk sözünden neden korkarsınız?