Anılardan çıkan ders -(TAMAMI)

Atatürk’e, devrimlerine, O’nun yarattığı eserlere hiç kıymadan sataşıyorlar. Atatürk’ü dinden imandan uzak, gaddar, hatta katliamcı dahi ilan ediyorlar. “Benim en büyük eserimdir” dediği Meclis kürsüsünde bile bu kadirbilmezliği yapıyorlar.

Size iki anı ileteceğim.

Yıl 1932.

Çankaya. Atatürk’ün sofrası. Ruşen Eşref, Salih Bey, Falih Rıfkı Atay, Recep Zühtü ve birkaç bilim adamı. Mustafa Kemal, Salih Bozok’a sorar:

- Yarın günlerden ne?

- Cuma efendim.

Peki Hacı Bayram Camii’nde cuma vaazını kim verecek?

- Bilmiyorum efendim.

- Çocuk, git vaaz verecek hocayı al gel. Bu gece soframıza misafir olsun.

Salih Bey kısa bir zaman sonra hocaefendiyle Çankaya’nın kapısından girer ve Paşa’nın ‘bilim sofrasına’ misafir olur. Paşa kendisine portakal suyu ikram eder ve sohbet eder. Bir ara sorar:

- Hocaefendi yarın Cuma hutbesi vereceksiniz, halka ne anlatacaksınız?

- Günahtan sevaptan bahsedeceğim.

- Başka ne anlatacaksınız?

- Allah’tan, Peygamberden bahsedeceğim.

- Güzel, daha ne anlatacaksınız?

- Cennetten cehennemden bahsedeceğim.

Bunun üzerine Mustafa Kemal şöyle der:

- Hocaefendi, binlerce şehidin kanıyla sulanan bu topraklar üzerinde hürriyet ve bağımsızlığımıza hangi imkansızlıklar içinde kavuştuğumuzu, devrimleri, okkanın gidip kilonun, arşının gidip metrenin geldiğini, zeki ve çalışkan Türk ulusumuza siz anlatmayacaksınız da kim anlatacak?

Hocaefendi mahcuptur. Paşa, Salih ve Ruşen Bey’e döner.

- ‘Hocaefendi bu gece bizim misafirimiz olsun. Kendisini devrimlerimiz hakkında irşad edin. Yarın Hacı Bayram Camii’nde devrimlerimiz hakkında hutbe verecek’ der.

Hocaefendiye bir de yeni kıyafet dikilir.”

O Cuma devrimler konusunda Ankaralıları aydınlatan hocaefendinin o günkü fotoğrafı da bugün Eriş Ülger’in arşivinde yerini almış. Ülger, İslam dinine en büyük hizmeti Atatürk’ün verdiğine inanıyor ve “600 sene padişahın, 300 sene de halifenin kulu olan toplum, Allah’ın kulu yapılıyor. Bundan daha büyük hizmet olur mu?”diyor.

(Eriş Ülger’in anılarından)

İkinci anı

Bu anı da benim “Bir Numaralı Tanık” kitabımdan bir bölüm

“Menderes basını sadece karşısına almakla kalmadı. Bir de ‘Besleme Basın’ yarattı. Bu arada DP’nin gözde bir yazarından da söz etmek isterim.” Beslemelerden değildi. DP’nin dinci tarafının ideologu usta bir şairdi. Üstad Necip Fazıl Kısakürek’ten söz ediyorum. Üstad şair yüz tikleri olan, çok sigara içen, tanımadıkları yanında az konuşan, at yarışlarına meraklı biriydi. Paranın onun için hiç önemi yoktu. En parasız kaldığı günlerde bile, bir telefonu, ya da iki satırlık bir notu tüm bakanları ayağa kaldırırdı. Devlet bankalarının genel müdürleri üzerinde büyük nüfuzu vardı. Örneğin Ziraat Bankası Genel Müdürü Mithat Dülge’nin - ki Başbakan’ın en değer verdiği isimlerden biriydi- odasına kapıyı vurmadan girer:

“- Oğlum Mithat! Bana para lazım, sana birkaç reklam skeçi yazayım” der, sonra Genel Müdürün özel çalışma odasına girer ve birkaç saat içinde Ankara Radyosu için nefis iki skeç kaleme alır ve masasına bırakıp merkez veznesinden gelecek ‘morları’ beklerdi. Üstad morlar dediği iki bin lirayı alır ve sonra bahis oynamaya hipodroma.. Morlar orada erir Üstad hiç üzülmezdi. Hemen Sümerbank Genel Müdürü Ahmet Dallı’yı ziyaret ederdi. Üstad içkiyi severdi. Onun nasıl olup din simsarlarının idolü olduğunu anlamaya çalışırdım. Bir gün Başbakan’a mektup yazmış ve demişti ki: “Başbakan’ım kulunuz bu Ankara köşelerinde ve lokantalarda sefalet içindeyken ...” Üstadın otel köşeleri dediği oteller, Belvü Palas veya Ankara Palas’tı. Lokanta ise ünlü Karpiç...”

Şu notu da eklemeliyim: Necip Fazıl kimilerine göre büyük şairdir ve bugün bile, Sayın Başbakan’ın hürmette kusur etmemesi gerekir. Tabii Atatürk’ün o edebiyat şaheseri kabul edilen Gençliğe Hitabına karşı onun bir şiirinde gençliği tasvir ederken “Kin ve garezden” söz etmesinin sakıncasını ve garabetini içeren son iki satırını neden okumadığı hariç... Bazen anılar çok şey ifade etmiyor mu? Bir yanda hocaefendiyi buyur edip ona itibar eden Atatürk, öte yanda İslami Gençliğe örnek gösterilen “Üstadın şiirlerini Sayın Başbakan’ın hasta hasta okumak zorunda kalışı.” Ve acısı, şiirin son iki satırını okumadan gençliğe kin ve garezi hoşgörü içinde dillendirmesi gibi.

Size de rastlantı ve üslup garip gelmiyor mu?