Ankara-Şam hattını onarmak neden mümkün

Bugün köşemde yer verdiğim özet yazı, Prof. Bassam Abu Abdullah’ın perşembe günü Suriye’de yayınlanan ve Arapça konuşan tüm ülkelerde ilgiyle takip edilen günlük El-Vatan gazetesinde “Türkiye-Suriye İlişkilerinin Eski Haline Döndürülmesi Neden Mümkün Görülmektedir” başlığıyla Arap okurlarla buluştu. Prof. Bassam Bey, Arap dünyasında etkili bir akademisyen, siyasi yetkili ve araştırmacı yazardır. Gazetemizde bir seneye yakın yazan Bassam Bey’in geçmişte kaleme aldığı yazılarına aydınlık.com.tr, yazarlar, Bassam Abu Abdullah yazarak ulaşabilirsiniz. Prof. Bassam, ülkemiz devlet erkânının da yakinen tanıdığı bir isim. Ankara’da Suriye Büyükelçiliğinde Kültür Ataşesi sıfatıyla da görev yapmıştı. İyi ilişkiler döneminde, iki ülkenin güvenlik ilişkilerinin koordinasyonuna önemli katkıları vardır. Şam Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde öğretim üyesi olan Bassam Bey aynı zamanda Suriye Devleti Başkanı Esad’a çok yakın bir isim. Suriye-Türkiye Dostluk Hareketinin kurucularından olan Prof. Abu Abdullah bir bölgesel ve uluslararası zaruriyet olarak telakki ettiği Şam-Ankara Dostluk hattının pekiştirilmesi ve Türk Milleti ile Arabi Millet arasındaki dostluğun baki ve daim olması için mücadele etmektedir.

Bassam Beyin yazısının özetidir;

‘ZOR OLSA DA YOL ANKARA’DAN GEÇMEKTEDİR’

“El-Vatan gazetesinde daha önce de Suriye-Türkiye ilişkilerinin yeniden onarılmasının mümkün olup olmadığını değerlendiren ve münasebetlerin eski haline döndürülmesi olasılıkları hakkında birçok yazı kaleme aldım. Bu mesele her ne kadar çetrefilli, karmaşık ve meşakkatli bir dosya olsa da bence bir zorunluluk ve bunun yolu da Ankara’dan geçmektedir.  Gerçek şu ki, bu konuda ne zaman yazsam, bunun olasılığı hakkında bir dizi soru ile karşı karşıya kalıyordum. Sayısı az olmayan bir kesim, nesnel olarak haklı sebeplere dayandırdıkları, “Türkler bizi arkadan hançerledi. Onlara ne istediler de vermedik. Kendi ekonomimizi, sanayimizi ve güvenliğimizi onlara teslim ettik. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a güvenilmez” argümanlarına sıkça muhatap olmaktayım.

Bu kirli ve acımasız savaşta evlatlarını kaybetmiş, yıllarca bina ettikleri servetleri talan edilmiş kesim 2000-2011 yılları arasında inşa edilen münasebetlere atıfta bulunarak “kardeş, kaderde ortak ve dost ülke” olarak telakki ettikleri Türkiye ve Erdoğan Hükümetine daha çok öfkeli ve eleştirilerini daha gür dile getirmektedir. Özellikle Erdoğan’ın başını çektiği hükümet iktidarda olduğu sürece Türkiye ile ilişki kurulmasına itiraz etmektedir. Bunun da zaten mümkün olamayacağına inanmaktadır. Esad’ın müttefikleri Moskova ve Tahran ile işbirliği yaparak, Erdoğan’ın zihniyetinde mevcut olan Müslüman Kardeşler Örgütü (İhvancı) “Yeni Osmanlı Projesini” engellediği ve bu sebeple Erdoğan’ın Esad’a karşı bir “Kompleksinin” mevcut olduğuna olan inancı da kuvvetlidir.

Bu yönde ortaya konulan eleştirileri anlıyorum. Bu savaşın Suriye'nin vücudunda açtığı yara çok derindir. Birçok petro-dolar zengini Arap ülkelerin fonladığı ve AK Parti hükümetinin bu insani felaketin meydana gelmesindeki rolü çok büyük. Suriye’ye dayatılan yıkım ve terör savaşı, İkinci Dünya Savaşı'nın sonra bölgemizin şahit olduğu en kirli ve en tahripkâr bir savaş. Peki, şimdi ne değişti de bu ilişkilerin yeniden inşa edilmesinin mümkün olduğunu ve olması gerektiğini söylüyoruz? Son günlerde Hürriyet gazetesinin 4 Nisan tarihli Suriye haberi, Türk iktidar çevrelerinde yeniden alevlenen Suriye tartışmaları ve Türkiye'nin Şam'a yönelik politikasının yakın zamanda değişeceğine dair Türk gazetelerinde neden bu kadar çok basın haberi var? Şam ile yeni bir sayfa açmanın zamanının geldiği, şartların şimdi daha uygun göründüğü ve Şam ile Ankara arasındaki ilişkilerin geri dönüşü için olasılıkların mümkün olup olmadığı husus neden gündemde?

7 ÖNEMLİ HUSUS

Bunun arkasındaki nedenleri özetlemeye çalışacağım:

1-Prensipte Türkiye; Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi Arap ülkeleri ve ondan önce İsrail ile ilişkilerin kapılarını açmadan Şam'la ilişkilerini geliştiremez. Zira bahsi geçen başlıca Arap ülkeleri siyasi ve ekonomik nedenlerle önemlidir. İsrail’e gelince bu erk, Washington'un kalbinin anahtarıdır. Suriye ile ilişkilerin normalleşmesine hala sert bir şekilde karşı duran Amerika'yı kışkırtmadan Şam ile normalleşme Ankara için kolay değil.  Bu konuda objektif olmak ilişkilerin önünde duran engelleri anlamak açısından önemlidir. Amacım Türk hükümetinin davranışını haklı çıkarmak değil hangi nedenlerin onun üzerinde etkili olduğunu izah etmektir. Ve Dünyanın bu koşullarında ne kadar muktedir ve ceberut olursanız olun insanlar ve iktidarlar gibi tercihlerden ziyade mecburiyetlere eğilimlidir. Erdoğan Hükümeti de mecburiyetler ile tercihler arasına sıkışmıştır. Mecburiyetlerin tercihlere galip geldiği bir noktadayız.  

2- Ankara’nın, Şam ile ilişkiler onarılmadan Arap ülkelerin özeli ve geneli ile uzun vadede güçlü ve istikrarlı bir ilişki kurması zordur. Ankara'ya arzu ettiği faydayı da sağlamaz. Zira Suriye, Ankara'nın Ürdün, Lübnan, Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri ve hatta Kuzey Irak’ı bypass ederek Irak’ın orta ve güney bölgelerine açılan karasal köprüsüdür. Bu güzergâh Ankara için en önemli ticaret kapısıdır. Özellikle Türkiye’nin Suriye hattı boyunca uzanan vilayetlerinin ekonomik nefes borusudur. Türk mallarını Körfez pazarına ulaştırmak için alternatif deniz yolları uzun ve pahalıdır. Özellikle lojistik ve nakliyat ücretlerinin freni patlak kamyon misali tavan yaptığı bu koşullarda Türk emtiasına ağır bir maliyet yüklenmiştir.

‘TÜRKİYE EKONOMİK MEYDAN OKUMAYLA KARŞI KARŞIYA’

3- 2023 seçimlerine az bir zaman kaldı. Türkiye ciddi bir ekonomik meydan okuma ile karşı karşıyadır. Genel ekonomik tablo hükümet üzerinde ciddi bir baskı oluşturmaktadır. Özellikle Türkiye-Suriye sınırında yer alan vilayetler, Hatay’dan takriben Şırnak’a kadar uzanan hat, Suriye savaşından mütevellit, ekonomik krizden en çok zarar gören bölgelerdir. Küçük bir kesimin savaş bölgesinden yasal olmayan yollarla sağladıkları, petrol ve tarım ürünlerini yağmalayarak elde ettikleri haksız gelir bu vilayetlerin zararını karşılayamaz. Bu duruma ek olarak, Ukrayna'daki savaş nedeniyle tarım ürünlerinin ihracatında da ciddi bir zarar oluştu. Tarımsal ürünlerin yüzde 90'ının Ukrayna ve Rusya’ya ihraç edilmesinin yaşadığı sorunlar ve sıkıntılar yanı sıra Arap Körfez pazarlarına ulaşım maliyetinin artması Türkiye ticaretine gerçek bir ekonomik darbe vurdu. Şam ile ilişkilerin bozulması, transit ticaretin aksaması birçok özel şirketin yıkımını da beraberinde getirdi.

‘TÜRKİYE’NİN ÇIKARLARI AVRASYA’DA’

4- Erdoğan'ın Şam'la yeni bir sayfa açma kararının stratejik değil taktik olduğunu varsayarsak bile, Türkiye'nin ekonomik çıkarlarının boyutuna baktığımızda, Türk ekonomisinin ve çıkarlarının Batı Asya (Orta Doğu), Çin, İran, Rusya ve Orta Asya ülkelerinde olduğunu görüyoruz. Türk ihraç emtiasının Avrupa pazarlarındaki, Ukrayna savaşından önce, payı sadece yüzde 30 oranındadır. Bu pazarın büyük oranı Almanya iledir. Diğer Avrupa ülkeleri ile olan ticari münasebetler mütevazı ve Türkiye aleyhine bir tablo arz etmektedir. Suriye’nin önemi, konumu ve Moskova, Pekin, Tahran ile olan ilişkiler gelecekte Türkiye için kilit önemde olacağı aşikârdır. Arap başkentleri, Tahran ve Moskova ile ilişkileri orta ve uzun vadede Ankara’nın Şam ile olumlu veya olumsuz münasebetlerinden bağımsız değerlendirilemeyeceğini varsaymalıyız. 

5- Muhalefetin Erdoğan ve Partisine karşı kullandığı ve bir Türk iç siyasetine dönüşen Suriyeli sığınmacılar meselesi hükümet politikalarının başarısızlığını göstermek için kullanılan önemli bir mesele. Kötü ekonomik koşulların Türk vatandaşları üzerindeki sosyolojik ve psikolojik etkisi hükümete karşı kullanılacaktır. Türk vatandaşların iş ve aş bulamaması sebebini Suriyeli ve diğer mültecilerin varlığına bağlayacak önemli bir kesim var. Bu meseleyi kaşıyan ve kendi siyasi ajandaları için kullanan iç ve dış güçler de olacaktır. Suriyeliler üzerinden bir iç savaş provokasyonu ve daha farklı toplumsal çatışmayı körükleyen faaliyetlerin olma ihtimali de gayet yüksektir. Vatandaşın iş bulmamasına neden olan mültecileri getirmekten hükümeti sorumlu tutan, emlak kiraları, ev fiyatları ve gıda fiyatlarının artmasını bu meseleye bağlayan şikayetler artacaktır. Kıssadan hisse, bir zamanlar mülteciler üzerinden Suriye’ye karşı projeler ve operasyonlar tertipleyenler bugün kendilerinin sebep olduğu mülteci kartı sorunuyla yaşamak zorunda kaldılar. Başka bir deyimle sihir, sihirbazın aleyhine döndü. Erdoğan'ın lehine olmaktan çıkıp üzerinde bir baskı kartına dönüştü.

Suriye’nin TSK tarafından kontrol edilen bölgelere ve Suriye’nin Kuzeyine taşıyarak buraya Suriyelileri iskân etme projesini hayata geçirerek bu meseleyi çözebiliriz diyen akla gelince; Bu, ayakları yere basmayan, bölge gerçekliğinden kopuk projeyi uygulamak mümkün değil. Zira hem ekonomik olarak çok maliyetli hem de Türkiye’nin omuzlarına yeni sorumluluklar yüklüyor. Oraya taşımayı düşünülen milyonların iaşesinden, güvenliğinden, masraflarından, konutu, elektriği, suyu, ısınması, eğitimi, iş alanlarının yaratılmasından Ankara sorumlu olacaktır. Bunu hangi bütçe ile ne kadar bir zaman için yapabilir? Ayrıca Türkiye’de yaşayan milyonlar sadece bu bölgelerden göç etmediler. En az yarısından fazlası Suriye devletinin kontrolünde olan bölgelerden gittiler. Yani evi, barkı, hatıraları, iş yerleri, arsaları orada. Bunları zorla başka bir bölgede nasıl iskân ettireceksin? İskân ettirdiği bölgelerin gerçek sahipleri buna nasıl tepki verecek? Özetle bu çözüm sadece yeni çözümsüzlükleri beraberinde getirecektir. En sağlıklı, doğru ve hukuki olan çözüm, Ankara ve Şam hükümetleri arasında anlaşmaya varılarak, kademeli olarak meseleyi halletmektir.

EN ÖNEMLİ GÜVENLİK SORUNU: ABD-İSRAİL KÜRT KORİDORU

6- ABD-İsrail bağlantılı Etnik Bölücü “Kürt” Sorunu Ankara-Şam ilişkilerinin eski haline dönmesini mecbur kılan iki ülkenin milli güvenliğini birinci derecede ilgilendiren en önemli güvenlik konusudur. Suriye'deki “Kased” milisleri, YPG’nin polis gücü, Türkiye'deki Halkların Demokratik Partisi (HDP) ile güçlü bağları vardır.  Belki de Suriye Savaşının en önemli göstergelerinden birisi de HDP ile YPG’nin aynı madalyonun iki yüzü olduğunu kanıtlamasıdır. Bu iki örgütün Kürt kardeşlerimizin endişelerini ve haklarını nasıl istismar ve suiistimal ettiklerini, kendi dar örgüt çıkarları için söylemde hararetle savundukları demokrasi, adalet, özgürlük ve hukuku nasıl ayaklar altına aldıklarını, bu değerlerin onlar için sadece bir araç olduklarını gördük. Her iki yapının ABD-İsrail ve bazı Avrupa devletleri elinde bir araç oldukları aşina olmuştur. Suriyelileri bir bütün olarak ama özellikle Kürtleri koruduğunu ve onların haklarını savunduklarını iddia eden YPG, Ramazan ayında bile onların emirlerine sorgusuz sualsiz uymayanları keyfince tutuklamakta, öldürmekte, göçe zorlamakta, servetlerini çalmakta, tarlalarını ateşe vermekte, ürünlerine zorla el koymakta ve işgalci başta ABD ve şürekası Avrupalı devletlerinin üslerine, menfaatlerine ve Emperyalist, Siyonist kuvvetlerin talan ettikleri Suriye’nin petrolüne polislik yapmaktadır.

Laik, kadınları öne çıkaran çalışmaları ve batı basının aklayarak, pullayarak tedavüle soktukları bu örgütler ABD ve İsrail’in işbirlikçisi ve piyonları konumundadır. Bunların bir başka önemli görevi bölgenin demografik yapısını değiştirmek, Suriye üzerinde etnik bölücü bir devlet inşa etmek ve buradan hareketle Türkiye’ye nüfuz ve sirayet etmektir. Bölge Milletlerini parçalayan, etnik çatışmaları körükleyen, bölge devletlerinin aleyhine ABD, İsrail ve bazı Avrupa devletlerinin lehine faaliyet gösteren bu etnik bölücü örgütler ile din örtüsü altında hareket eden yobaz, bağnaz ve piyon yapılar  Suriye ve Türkiye’nin milli güvenliğine en büyük tehdidi oluşturmaktadır. Ankara-Şam ilişkilerinin eski haline dönmesi bu tehdit ve tehlikeyi bertaraf etmek için de ivedidir.

7- Yukarda ortaya koyduğumuz sebepler bu dönüşüm için elverişli bir ortam sunmaktadır.  Ankara-Şam arasında yeniden inşa edilecek iyi ilişkiler hem Türk hem de Suri halkının ezici çoğunluğu tarafından desteklenecektir. Suriyeli mültecilerin evlerine huzur içinde dönmelerinin imkanını yaratacaktır. Türk kamuoyu, Şam'a açılan bu kapıya onay verecek ve destekleyecektir. Toplumda oluşacak bu olumlu hava ve memnuniyet Türkiye’nin ekonomisine de siyasetine de güvenliğine de büyük katkılar sağlayacaktır. Ayrıca içte ve dışta birçok kesimin istismarı ve suiistimaline açık olan mülteci meselesi de rafa kalkmış olacaktır.

Türkiye ve Türk halkının samimi bir dostu ve Şam-Ankara ilişkilerinin önemine müdrik birisi olarak Türklerin ve Suriyelilerin çıkarlarının nerede olduğunun altını çizmek istedim. Ankara bu samimi adımı ve iyi niyeti gösterdiği takdirde Şam’ın bu adımları büyük bir olgunluk ve sorumluluk çerçevesinde kabul edecektir. Ulusal çıkarları ve öncelikleri temelinde karşılayacaktır. Türk ordusunun Suriye topraklarından çekilmesi ve Ankara’nın Suriye’nin toprak bütünlüğüne, bağımsızlığına, güvenliğine, üniter devlet yapısına ve egemenliğine saygılı olması ve bu ilkelere zarar veren örgütlere destek vermemesi önem arz etmektedir. İster anayasa ister Suriye’yi ilgilendiren diğer konular hakkında ve Suriye’nin geleceği hususunda Suriyeliler tek başına karar sahibidir. Dışardan hiçbir müdahaleyi kabul etmez. Türk halkıda bağımsızlığına, egemenliğine büyük önem veren bir komşu ve dost millettir. Dış müdahaleler ve bu müdahalelere çanak tutan içteki taşeronları nasıl ki Türk milleti ve devletini rahatsız ediyorsa aynı şey Suriye Arap Cumhuriyeti Milleti ve Devleti için de doğru ve geçerlidir.