Anlatılan, senin de hikâyen!
Londra kışı malum: Açık hava, müzeler, siyah bira ve kitapçılar, kenar mahalle pub’larında kahvaltı, kahve ve bir de üşümek. 27 Haziran 1863 sabahıysa yaz olmasına karşın The Spectator gazetesindeki küçücük haber kan donduruyordu: “Death From Simple Overwork Sensational” Fazla çalışmanın neden olduğu sansasyonel ölüm. Küçücük, geçiştirircesine... Yoksulların ölümü bir paragraf sadece.
Sansasyonel biçimde ölen kişi, “saygın” bir giyim firmasında, Elise adlı patroniçenin yanında çalışan, yirmi yaşındaki bir kızcağızdı: Mary Anne Walkley. Kız, genelde diğer arkadaşları gibi günde ortalama 16,5 saat; işlerin hızlı gittiği sezon içinde de aralıksız 30 saat çalışmaktaydı. Madam Elise, yorgun düşen işçilerini Porto şarabı, sherry derler tatlı bir içki ve kahveyle ayakta tutuyordu. İçten içe “şarap bile veriyoruz, çalışsınlar işte, daha ne istiyorlar” diyor muydu acaba?
O yaz işler yoğundu. Balolar gırla gidiyor! Şapka lazımdı prenseslere, elbise gerekliydi... Birkaç hafta sonraysa yeni Galler prensesi onuruna bir balo verilecekti (ne güzel değil mi, aynı masallardaki gibi) ve prensesin tuvaleti hazır edilmeliydi. Ah, İsa korusundu, prensesler nasıl bekleyebilirdi, hepsinin işi aceleydi. Payetler, ışıltılar, kumaşlar, iğneler, ölçü, mezura, iğne ve yüksük. Bir kocaman masalın tüm prenseslerini, bir ufacık işçi kız giydirmeliydi.
Mary Anne Walkley, ömrünün son gününü, kendisi gibi altmış kızla birlikte, hiç ara vermeksizin 26,5 saat çalışarak geçirmişti. Bir odada tam otuz kız vardı, hepsi prensesler için. Sürekli çalışıldığından atölyede uyuyorlardı. En fazla on kişi alabilecek odada, otuz kişi. Havasızlık, yorgunluk, açlık. Yatak odasının tahtalarla ayrılmış bölmelerinde ikişer ikişer yatıyordu kızlar. Celine, usta işi bir çakı gibi insanın kalbine batan Gecenin Sonuna Yolculuk adlı başyapıtında kahramanı Bardamu’yu Ford fabrikasında işe başlatır. Başkası için çalışmanın cehennemini ne güzel anlatmıştır ve henüz Nazileri yoktur dünyamızın ve “çalışmak özgürleştirir” sloganı bulunmamıştır daha; reklamcılık, onca gelişkin değildir yani. Yıl 1863’tür, dikkat isterim; “uygar” İngilizlerin tek dişi kalmış başkentinde, en iyi modaevlerinden birinde bir kız çalışmaktan ölür.
Mary Anne, yorgun geçen saatler sonunda o sabah biraz rahatsızlanır. Elindeki işi bitiremediği için Madam Elise’yi şaşkın, öylece bırakıp çıkarak evine gider. Pazar günü de ölür. Evet ölür, bu kadar! Ne kadar olacaktı ki başka! Oldukça geç çağrılan Doktor Keys, ölümü teşhis eder. Ardından jüri önünde tanıklık ederken dosdoğru şöyle söyler: “Mary Anne Walkley, çok kalabalık bir odada uzun saatler çalışması ve çok küçük ve havasız bir yatak odasında bulunması nedeniyle ölmüştür.”
İngilizler nazik tabii, doktora ders vermek için, jüri kararı açıklar: “Müteveffa, inme sonucu ölmüştür, ama kalabalık bir odada aşırı çalışmasının ölümünü çabuklaştırdığı kaygısını veren nedenler de vardır...” Bugün olduğu gibi o gün de hep kaygılanmaktadır tek dişi kalmışlar! Hukuk, siyasetin neyiydi söyleyin baylar bayanlar?
İyi de arkadaş, sen nereden biliyorsun bunları diyeceksin. Geçen pazar evde Kapital’i karıştırırken rastladım da oradan. Hani şu Almanca ilk baskısında, Marx’ın el yazısıyla “Charles Darwin’e; ateşli bir hayranı olan Karl Marx’tan” yazan kitap... Öyle kitap ki Çarlık döneminde saraya bağlı yayın kurulu tarafından sıradan felsefe metni sanılıp Rus diline çevrilmesine izin verilir (Marx’ın tüm eserlerine hem de)... Sonunda ne oluyor, bilirsin!
Bu arada, Rusların Çarlık döneminde bastığı Kapital, bizde 1975 yılında basılmıştır, eklemek gerekli. Öyle bir kitap işte. Tanpınar’ın, öğrencisi Turan Alptekin’e “Kapital’i kütüphanesinde bulamadığınız bir üniversitede, felsefe ve ilim yapılabildiğinden bahsedebilir misiniz” diye sorduğu kitap... Öyle bir kitap ki ilk cildi bin adet basılmış, fakat ilk baskı ancak dört yılda tükenmiştir. Fakat önemli olan, bugün halen dünyanın en çok dile çevrilen, çevrilmeyi geç, dünyayı en çok değiştiren kitaplardan... İşte öyle bir kitap.
Marx, kapitalistlerin kafasına şimdiye dek fırlatılmış en korkunç gülle dediği Kapital’inin, işgününe ayırdığı onuncu bölümünde anlatır bizim kızın hikâyesini. Hepsinin kaydını tutmuştur. Fabrikaların, neden hep gizli saklı yerlerde, diplerde, derinlerde konuşlandığını; atölye kapılarındaki “işi olmayan giremez” ibarelerini ta bin sekiz yüzlerin ortalarından görmüş!
Daha yapısalcılık ortada yokken, yapısalcı diyebileceğimiz bir üslupla, hayatının otuz yılını adayarak yazdığı kitap! Kadir Mısıroğlu’na bakma, ona göre Kapital’i Marx’a cinler yazdırmıştır, ciddiye almak mümkün değil. Fakat acaba Charlie Chaplin, Modern Times’i çekerken Kapital’i ya da Marx’ın öteki eserlerini okumuş muydu? Ya sen ben, yeterince okuyor muyuz bu müthiş bilimciyi?
Çok söylenir; efendim Kapital’i, ekonomi, sosyoloji bilmeden kavrayabilmek zor denir, zorlu kitap denir, Marx anlaşılmaz denir. Bu dehanın 1800’lerde onca zorluk içinde yazdıklarını, internet çağında okuyamamak, yazdıklarıyla mücadele etmemek (David Harvey’in YouTube’da Türkçe altyazılı Kapital dersleri var ki müthiş), zor diye bahane bulmak da bize özgü bir tembellik biçimi olmalı. Kapital’in Yordam Kitap tarafından yapılan özenli basımı, enfes Nail Satlıgan - Mehmet Selik çevirisini saygıyla anmalı. Görüşürüz!
Ha bir de şiirler, fotoğraflar, eski resimler, aşk var. Bir de hoş geldin ey nisan!