Annem Özcan Ergenekon

Çankırı’da annem ve babamla çocukluğum çok renkli geçiyordu. Bütün odaları, ortasındaki sofaya açılan bir evde oturuyorduk. Babamı her sabah bir “station wagon” alıp “Atış okuluna” götürüyor, akşamları geri getiriyordu. Babam gidince annemle baş başa kalırdık. Kahvaltıdan sonra benim gibi 5 yaşında olan komşu kızları İclal ile Afife bize gelirdi. Beyaz bir atım bir de sırayla bindiğimiz kıpkırmızı 3 tekerlekli bisikletim vardı. Babamın görevle Ankara’ya gittiği bir sefer önce Anıtkabir’e gidip Atatürk’ü anmış daha sonra Ankara Kalesi yolu üstünde bir oyuncakçıdan bu bisikleti almıştık. Biz oynarken mutfakta “pompalı gaz ocağında” yemek yapan Üsküdarlı annem dilimizi “gözüküyor değil, görünüyor denir” diye düzeltir; gelen misafirlere babamın el yazması şiirlerini nağmeli okur, bazen babamla Türkçe tangolar söylerdi. Ben de beyaz atımı sedire koyar “Papatya Gibisin Beyaz ve İnce” ona serenat yapardım. Öğle yemeğinden arkadaşlarım evlerine gider, annem beni uyuturken “When I was just a little girl” (Doris Day) gibi şarkılar söylerdi. Uyanınca annemin hazırladığı tereyağlı ve reçelli ekmeği yer, süt içerdim. Ben bahçede oynarken annem balkonda Yelpaze Dergisini okurdu. Bazen liseli Sonay ve Bediz ablalar gelir, annem onları İngilizce çalıştırırdı. Babam ise Askerlik Dersi öğretmenleriydi. O sonbaharda Güneş İlkokulu'na gidecek ve Sayın Hatice Sandıklı’nın öğrencisi olacaktım. Ama tayinimiz Çorlu’ya çıkmıştı.

Özcan ve Behiç Ergenekon (1948)

UÇAK

Annem o gün beyaz üzerine kırmızı güllü kolsuz, kayık yakalı bir elbise giydi. Sarı saçlarımı örüp kırmızı kurdele taktı, üstünde papatyalar işlenmiş kırmızı elbise, beyaz çorap ve siyah rugan ayakkabılarımı giydirdi. Sonra pudriyerinin önüne oturup süslendi. Sonra mavi üstünde kara bir kedi resmi olan “Chat Noir” parfümünü sürdü. Uzun tırnakları kırmızıydı. Uzun boyunu uzatan beyaz topuklu ayakkabılarını giydikten sonra başına beyaz bir şapka taktı. Yola çıktık. Atış Okulunun yanındaki çim sahada küçük yeşil bir uçak vardı. Babam elimi tutarken annem haki bir tulumla gözlüklü pilotun arkasına yerleşti. Uçağın kapağı kapanınca da alıp annemi göklere uçurdu. Dönüşte çok heyecanlıydı, babama “Uçak yan yatıyordu…” diye anlatmaya başladı. Atış okulunun bahçesi çok güzel, güneş sımsıcaktı. Bahçedeki süs havuzu etrafındaki güller ve aslanağzı çiçekleri mis gibi kokar, vızır vızır arılar uçardı. Cumartesi akşamları subay aileleri için yapılan yemekli ve müzikli gecelerde annemle babam tango yaparlardı. Kentin ortasından geçen Tatlıçay kenarındaki askeri arazide babamın tesis ettirdiği kır bahçesine, subay ve astsubay ayırımı yapmaksızın hafta sonları giderdik. Şiddetli bir yağmurun ardından bir keresinde yüksek duvarlı o çayın içinden köpürerek akan sel sularını seyretmiştik.

YAŞAMA SEVİNCİ

Hava kararmaya başlayınca annemle camdan babamın yolunu gözlerdik. O sırada Grundig radyomuzda koro ve saz eserleri çalar, Ramazanda iftar vaktini verirdi. Onu gerçek bir top sesi takip ederdi. Babam gelince beni kucağına alırdı. Yakasında kurmay rengi, omuzlarında ay-yıldızlı bir rozet, 3 yıldız ve bir de düğme vardı. Yemekten sonra babamla saklambaç, kovalamaca oynar, Resimli bulmaca küpleriyle 6 çeşit resim yapardık. Sonra masa başında yetenekli bir ressam olan babamın karikatür çizişini seyrederdim. Akşam namazı gelince koşar halamın namazla’sını getirirdim. İşlemeli bir kese içinde Kuran’an misafir odasındaki duvarda asılıydı. Ankara’ya gittikçe annemle “Türk Öğün Çalış Güven” yazan heykelli ve havuzlu Güven Park içindeki çocuk bahçesine giderdik. Bana güzel elbiseler diktirir, Kocabeyoğlu pasajına uğrayarak kendisine yazları güneşten korunmak için beyaz ve siyah tül eldivenler alırdı. Bayramlarda veya eşleriyle akşamları gelen misafirler bazen bana oyuncak getirirdi. Bunlardan bir tanesi kolları ve bacakları takılıp çıkartılan plastik bir bebekti. Atatürk’ün köşkü olduğunu duyduğum yerdeki Çanlı Kayayı merak ederdim. Bebeğin adını da “Çankaya” koydum. Başka bir hediye küçük Cadillac marka kırmızı bir otomobildi. Aliye halamın diktiği bez bebek, küçük yastık ve onun kırk yama yorganı daima yanımdaydı. Bir gün babam bir kaleidoskopla çıka geldi. Tek gözümle ışığa karşı döndürdükçe içinde rengârenk şekiller belirirdi. Hediyeler arasında Hac’dan dönen bir tanıdığın getirdiği bir de kolyem vardı. Kardeşimin aramıza katılmasına henüz 2,5 yıl vardı. Çocukken gördüğüm bakım ve sevgi, oyunla eğitim, güzel sanatlara ilgi, öğrencilik yıllarında destek, babamın yaptığı annemin büstü, kitaplar, Salvador Dali’nin resimleri, radyodan dünyanın haberi, bana kendime güvenmeyi aşıladı; merak, başarı, sanat becerilerini kazanmamış bir Türk vatandaşı yaptı. Bu ilgi, kardeşim doğunca onu kıskanmadan, daima şefkatle sevmemde etkili oldu. Develili Binbaşı Abdullah, Enstitü öğretmeni, Şeker Ahmet Paşa’nın yeğeni Emirganlı Emine Vahide Aydoğan’ın kızı; Albay Cezmi ve Rezan Aydoğan’ın kız kardeşi; Üsküdar Amerikan Kız Koleji'nden Uğur Özcan Ergenekon’u (1929-2018) 11 Haziran’da ölümünün 1. yılında saygı, şükran ve özlemle anıyoruz. Cenazesinde bizleri yalnız bırakmayan dostlarımıza, Vatan Partisi üyelerine ve çelenk gönderen Sayın Doğu Perinçek’e teşekkürler ederiz.