Annemin odası

Annemin odasından gelen Kur’an sesini ilk defa bu kadar dokunaklı ve hüzünlü duydum. Sessiz ve derinden gelen mırıltılardı kulaklarıma yansıyan. Kafamı uzatıp baktığımda boynunu bükmüş, hafiften sallanarak, çilehaneye kapanmış insanların hüznüne bürünmüş haliyle, son sığınağına teslim etmişti kendisini, Tanrısına... Bu boyuttaki çaresizliği hiçbir insanda görmemiştim şimdiye kadar. Bu başka bir şeydi, yalnızlığın kimsesizlikle ilgisinin olmadığı bir çıkmazın ortasında kalmış çırpınıyordu. Korona salgını sırasında, bilinenin dışında yaşadığımız o garip travmanın yarattığı yıkım tarifsiz hale getirmişti her şeyi... Sessizce kapıyı çektim, aslında biraz konuşmak istemiştim ama içinde bulunduğu manevi atmosfer o kadar muhteşemdi ki bozmak istemedim. Mutfağa gittim, taburenin üzerine çıkıp çaydanlığa su doldurdum, sonra ileri geri hareketlerle tabureyi ocağa kadar sürükleyerek ocağı yaktım ve çaydanlığı ocağın üstüne koydum. Suyun kaynamasını beklerken mutfağın camından dışarıyı seyre daldı gözlerim. Hava kapalıydı, uzaktan adaların silueti belli belirsiz görünüyordu. Hiç sevmiyorum böyle havaları. Kışla, yağmurla, soğukla oldum olası aram iyi değildir. Annemin sesinden biraz uzaklaşmıştım ama hala geliyordu derinden mırıltıları. Son bir aydır korona virüsün bir karabasan gibi üzerimize çökmesiyle duygu dünyamıza anlam veremediğim, tarif edemediğim bir tedirginlik, bir korku yerleşmişti. Hareketlerimiz kontrolden çıkmış, özgürlüğümüzü kendi elimizle boğar hale gelmiştik. Bir rüya olmalıydı yaşadıklarımız, kan ter içinde uyanıp oh çekeceğimiz bir rüya… O anda iki kuş camın kenarına kondu, devamlı gelirler, müdavimidirler bizim camın, gelir annemin koyduğu yemi yer giderler, işte yine gelmişlerdi, aç olmalıydılar. Birkaç saniye tedirgin bir vaziyette sağa sola başlarını çevirdikten sonra süzülüp gittiler. Yem yoktu, annem nedense bu gün hiçbir şey koymamıştı kuşlar için. Mutfak camından aşağıya bakmak istedim ama camın önündeki tezgâhın genişliği fazla olduğu için oturduğum yerden aşağıyı görmem mümkün değildi. Bulunduğum yerden ancak gökyüzünü seyredebiliyordum, bir de uzaktaki kara parçalarını. Engellilik dayanılmaz ağırlığını yine göstermişti. Çayı demledim, ardından tabureden indim ve çömelik halde annemin odasına doğru yürüdüm. İçeri girmeden kulağımı kapıya yaklaştırdım, ses yoktu, usulca girdim, annem geriye, koltuğunun arka tarafına yaslanmış uyukluyordu, yanında duran pikeyi üzerine örttüm. Sonra bir elimi yere koyarak diğer elimle de sandalyeye tutunarak kendimi yukarı çekip pencerenin önündeki sandalyeye oturdum. Camın kenarına gelince aşağıyı tamamen görmeye başladım. Koca kentin sokaklarında in cin top oynuyor, kediler, köpekler ve kuşlardan başka canlı görünmüyordu. Herkes yaşama dair ne varsa hepsinden elini eteğini çekince onlarda sahipsiz kalmıştı. Terk edilmiş ölü kent manzarası karşısındaki zihnimi sessizliğin korkunç çığlıkları doldurdu. Dışarıda tek tük geçen bir iki arabanın dışında insan varlığına dair hiçbir şey göremedim. Camın kenarında ne kadar kaldım bilmiyorum ama bir saatten fazla olmalıydı ki annem uyanmış arkamdan bana gülümsüyordu. Biraz önceki annem gitmiş, huzurlu, geri gelmişti. Cama doğru yaklaştı, zorla kaldırdığı parmağıyla karşı apartmanı göstererek titrek bir sesle “Yakında doğacak” dedi. “Doğacak olan ne anne” dedim, “baksana karşı apartmanın çatısına kuş yuva yapmış, yavrusu olacak” deyip usulca tekrar koltuğuna doğru ağır adımlarla yürüdü. İşaret ettiği yerde görünen şeyin bir kuş yuvası olduğunu anlayamadım, annem nasıl anladı bilemiyorum ama bir anda gökyüzünü bir sürü kuş kaplamıştı, beyaz, gri bir sürü kuş. “Bugün yemlerini de veremedim” dedi. Hava açmış, bir anda gökyüzü maviye bürünmüş, şehir kendi üzerindeki yükü atmış hafiflemişti sanki. Aşağıda apartman görevlisi elinde poşetlerle servise çıkmıştı, karşılaştığı alt komşumuz Mehmet Bey’le yüzünde mutlu ifadeyle ayak üstü sohbet ettiler, kapının önüne çocuklar oyun oynamaya çıktılar. İçim gönendi, bütün gökyüzünü içime çektim, karşı apartmanın damında, annemin işaret ettiği yerde bir kuş havalandı, bir süre süzüldü tekrar aynı yere, yuvasına kondu. “Doğdu” dedim. Döndüm,annem derin bir uykuya dalmıştı…