Antalya Festivali'nde radikal değişimler

Alışılmışın ve de zamana yayılmış sürecin dışına taşan, ayrıksı ve de radikal kararların her zaman bir dizi tepkiyle karşılaştığı –ve de karşılaşma olasılığının yüksek olduğu- bilinen bir gerçektir. Bu durumlarda verilen tepkiler, çoğunlukla bir dizi haklılık payını içerseler de duygusal tonda, yüzeysel ve değerlendirme süzgecinden geçmeden, sektördeki herkesin aklına gelen ilk sözlerdir. Kısaltılmış yeni adıyla Antalya Festivali’nin basın toplantısı sonucunda yazılıp çizilenleri de, ne yazık ki bu değerlendirmenin dışında bırakmak mümkün değildir.

BUNU HEP YAPIYORUZ

Benzer durumu, Yabancı Sermaye Yasası’nda yapılan yeni değişikliklerle (29, 30 ve 31 numaralı kararnamelerle), Majörler’in (yani dev ABD film şirketlerinin) Türkiye’ye gelip şirket kurarak gösterim ve dağıtım ağını ele geçirdiği 80’li yılların sonunda da yaşamıştık. O günlerde de, başta ben olmak üzere, bir avuç sinema yazarı, Türk sinemasının batacağından, yok olacağından söz ettik. Sonunda ne oldu? Koskocaman bir hiç! Tersine, Türk sineması TV’den sonra tarihinde karşılaştığı bu en büyük krizden yara aldı ama eskisine oranla daha güçlü bir şekilde ortaya çıktı. Eğer böylesine bir kriz yaşanmasaydı, bugün övündüğümüz ‘bağımsız sinemacılar’ ortaya çıkabilir miydi? Ya da eski düzen Yeşilçam’ın içinde var olabilirler miydi? Hiç sanmıyorum. Bu, işin olumlu yanı...
Bugün, yani 1994’ten sonra yaşanan Postyeşilçam döneminde bir zamanların Yeşilçam’ından söz edebilir misiniz? Hangi meslekî kuruluş yaptırım gücüne sahip? Ya da Türk sinemasında devletin, hükümetin, festivallerin muhatap alacağı, danışacağı, hadi açıkça itiraf edelim çekineceği bir kuruluş var mı? Onun için tüm tepkiler bireysel düzeyde kalmaktan öte bir anlam taşımıyor. Sektör olamamış, örgütlenme bilincinden yoksun bir alanın günümüzde karşılaşacağı kahrolası ama ileriki yıllarda daha büyüklerinin de yineleneceği olağan sayılması gereken sancılarıdır bunlar.

FESTİVAL TACİRLERİ

Gelelim madalyonun tersine... İşte bunun içindir ki; kültürel sermayeden, sinemadan nasibini alamamış başka gruplar nemalanacak, dünyada eşi benzeri olmayan yarım asırlık bir festivalin kaderi bir belediye başkanının iki dudağı arasına sıkışacak, bir ülkenin gözbebeği olan en eski ve en çok devamlılık gösteren bir festival, kendi çıkarları –dostlarıyla ortaklarının- ötesinde ticaretten (ve de ona bağlı siyasetten) gayrı hiçbir şey düşünmeyen, festival tacirlerinin ellerine teslim edilecektir.
Uluslararası festival tacirlerine teslim edilen yalnızca Antalya Festivali olsa, inanın, hiç dert değil... Onun da ötesinde teslim edilen, Türk sineması... Pazarlama alanlarına girmeyen her filmin önünü kesen, kesmekle de kalmayıp kendi beğenileri doğrultusunda kurgu masaları başında kurgulayan bu uluslararası tacirler, bundan böyle festivale katılacak Türk filmlerini daha senaryo aşamasındayken de belirleyip yönlendirecek...
Kim bunlar? Herkesin bilip de sorulunca üç maymunu oynadığı malum kişiler... Ya da filmlerini onlara teslim eden sözüm ona yaratıcı yönetmenler, ya da sözüm ona “kendi istekleriyle” altları Bizans oyunlarıyla oyularak festival yönetiminden ayrılmak zorunda kalanlar vs vs...

HERKESİ KAPSAYAN ULUSALCILIK

İlkeleri önceden belirlenip kurumlaşamamış, devamlılık gösteren yöneticileri bulunmayan, tüm inisiyatifi seyirci olduğu bile kuşku götürür yerel yönetimlerin başındaki kişiyle valiliklere bırakmış, her festivalin kaçınılmaz sonucudur bu yaşananlar.
Bekle ve gör... Tam bu aşamada, başta ulusal sinemanın önemine inananlar, yıllar yıllı “millîci” ve “ulusalcı” tutum konusunda mangalda kül bırakmayıp Batı’ya ve de sinemasına öykünenleri neredeyse vatan haini ilan edenler, festivalin ev sahipliğini yapan Antalyalılar ve de bu tür festivalleri boykot etme alışkanlığını sürdürme gayretinde olup da herkesi kucaklayacak geçerli bir bahane bulmayanlar, işte şimdi sıra sizde...
Ya bizim vergilerimizle yapılan bir festivale sahip çıkacağız... Ya da bir haftalık Antalya tatili ile o görkemli partiler uğruna susacağız... Karar sizin... bizim... hepimizin...
Bir zamanlar “festivalin sahibi biz değil, Türk sinemasıdır” diyen Menderes Türel, bir söyleşisinde, “Korkaklar devrimci olmuyor” demiş.
Ne kadar da doğru...