Antalya Festivali'nin 'tereddüt'ü...
Nihayet festivaller, öteden beri arzuladığımız ve de özlediğimiz kendi ritimlerine kavuşarak yalnızca sinemanın konuşulup tartışıldığı bir kültür-sanat şöleni haline geldiler. Sanırız bu konumlarını önümüzdeki yıllarda da sürdürmenin üstesinden gelerek geçmişteki kimi istenmeyen sevimsiz olayların yinelenmesine olanak vermezler.
Festivaller hatalarından arınıp geliştikçe ve de kimi çevrelerin beklentilerini boşa çıkaran olaylara malzeme vermeme becerisine ulaştıkça, dikkatleri ister istemez filmlere ve onların beraberinde getirdiği kültürel ve de sanatsal tartışmalara yöneltiyor. Bu yıl da Antalya’da yalnızca filmler konuşulup sonuçlar üzerinde tahminler yapıldı. Ulusal jüri her ne kadar sinemacıların tahminlerini boşa çıkartıp herkesi şaşırtan ödüller dağıtma yolunu seçtiyse bile, 2016 Antalya Film Festivali’nin diğer yıllara oranla daha yoğun ve de dinamik bir ortamda geçtiğini söyleyebiliriz.
Olumsuzluklara gelince
Ama yine de art arda yapılan iki festival (Adana ve Antalya) sinema dünyamızdaki kimi süregiden olumsuzlukların altının çizilip gündeme taşınmasını da, ne yazık ki kaçınılmaz kıldı. Ama bunlar, festivallerden daha çok, sinemamızın hanesine yazılacak yetersizlikler...
Bu olumsuzluklardan biri ve belki de en önemlisi, yıl içinde üretilen filmlerimizin hem nitelik hem de nicelik açısından iki büyük festivali beslemekten çok uzak bir yapıda olmalarıydı. Her iki festivalin yarışmalı bölümlere aldıkları filmlerden birçoğunun aynı olması –hatta aynı dallarda aynı oyuncuların ödül kazanması– nitelikli üretimin ne denli kısıtlı ve de kısır bir noktaya gerilediğini bir kez daha gösterdi.
Bir diğer gerçekse; festivallerin yarışmalı bölümlerini büyük bir çoğunluğunu arthouse (sanatevi işi) olarak tanımlayacağımız, ama gerçekte sanatla ya da sinemayla uzak yakın bir bağlantısı olmayan, anlamsız kimi soyutlama ve sembollerden kendilerine anlam yüklenmesini bekleyen, dahası özensiz, popüler kavramların, durumların, olayların ve de duyguların ardına saklanarak bir yatırıp, ödüllerle on almak isteyen, izlenmesi sabrın da ötesinde gereksiz bir hoşgörü bekleyen, sinemalar ve izleyenler için değil, yalnızca festivaller için bir çırpıda üretilip kimi çevrelerce desteklenen bu tür filmlere teslim olmuşluktur.
Ana akımdan kopmanın yanlışlığı
Yüksel Aksu festival etkinlikleri içinde yaptığı bir söyleşide yalnızca festivaller için yapılan bu tür filmleri, “Bunları, yapanın anne babası izlemiyor ki, neden başkası izlesin” diyerek haklı bir şekilde eleştirirken, ana akım filmlerinin yalnızca festivaller için değil, onun ötesinde sinema ortamımız için de ne gerekli olduğunu ısrarla vurguladı.
Festivalin en büyük sürprizi ise ulusal jürinin Derviş Zaim’i görmezlikten gelip, Yeşim Ustaoğlu’nu uluslararası jürinin beğenisine ve ödüllendirmesine bırakmasıydı. Uluslararası jüri de, bizim gibi düşünmüş olacak ki, ulusal jüriden –bilinen nedenlerden ötürü– Yeşim’e ekmek çıkmayacağını anladığından, yalnızca kendilerinin değil, festivalin de onurunu kurtarma misyonunu yüklenmeyi hedeflemiş. Ve de, bir ayıbın üstünü örterek, çok da iyi yapmış.
Ama Derviş Zaim ile Yeşim Ustaoğlu hiç üzülmesinler, festivalin mağdurları yalnızca onlar değil. Ünlü yönetmen Emir Kusturica da “sehven” festivalin programına girip onlar gibi mağdur olanlardan biri. Nasıl mı? O da gelecek haftaya...