Antiemperyalizmi sizden öğrenecek değiliz
Türkiye, bir kırılma döneminden geçiyor. Kimileri bu kırılmanın başlangıcını 17-25 Aralık operasyonlarına dayandırıyor, kimileri ise 15 Temmuz Amerikancı darbe girişimine… İlk çatlamanın tarihi önemli olsa da ondan daha önemli olan ve kesinlikle kavranması gereken şey, Türkiye’nin bir kırılma döneminden geçtiğidir.
Kırılma dönemleri, değişimin nesnelliğinin şekillendiği dönemlerdir. Hâkim güçler arasındaki çatışmaların yoğunlaşarak dışarıya yansıdığı, sistem ilişkilerinde kopuş eğilimlerinin ya da kopuşların doğduğu ve tahakkümün sürdürülmesinde aşırı etkisi bulunan ideolojik hegemonyanın delindiği zamanlardır. Bütün bu çatışmalar ve kopuşlar elbette milletlerin direnciyle ve düzenin çıkmazının belirmesiyle kıvılcımlanır. Tarihi, bilimin ışığında izleyenler böyle zamanları devrimci süreçler olarak adlandırırlar.
Tarifi daha da berraklaştırmak gerekirse, Türkiye devrimci bir süreçten geçmektedir.
BASİT VE KÖŞELİ CEVABI VERMEK
Devrimci süreçler, geniş halk kitlelerine karmaşa silsilesinin içinde basit ve köşeli bilinç sıçramaları yaşatır. İpin ucunu yakalatan tutumlar edindirir. Örneğin, Kurtuluş Savaşımızda ayağa kalkan halkımızın Osmanoğlu Ailesinin saltanatına son vermek gibi bir düşüncesi yoktur. Anadolu Hükümetinden yana tavır almasının basit ve köşeli bir sebebi vardır: “İşgale karşı mı, değil mi?” Ankara’da bir meclisin kurulması, o meclisin İstanbul’u yok sayarak kendisini tek yetkili mercii ilan etmesi ve toplumsal devrimler sonrasının işidir ve ince işçiliktir. Tüm bunlar basit ve köşeli bir tutumun örgütlenmesiyle gerçekleşmiştir: “İşgale karşı mısın, değil misin? Karşıysan gel!”
Halk işgalcilere karşı tutum geliştirerek ipin ucunu yakalamıştır. Öncüler ise o iple hem emperyalistlerin hem de emperyalistlere mahal verenlerin başına çorap örmüştür.
100. yılını andığımız, Kurtuluş Savaşımıza ve insanlık tarihine katkıları büyük olan Ekim Devrimi’nin ikilemi aktarılırken bir öğrenci ile bir işçi arasındaki diyalogdan bahsedilir. İşçi öğrenciye “Bolşeviklerden mi yoksa burjuvaziden mi yanasın” diye sorar. Öğrenci ise sorunun basit yanıtını vermek yerine uzunca konuşur. İşçi, “Bolşeviklerden mi yoksa burjuvaziden mi yanasın” diye tekrar sorar. Öğrenci yine bir tomar laf eder ve sorunun basit yanıtını vermez. Bunun üzerine işçi, “Bolşeviklerden yana değilsen burjuvaziden tarafsın” der ve bahsi kapatır.
TERSİNE DÖNEN SÜRECİ KAVRAMAK
Basit ve köşeli tutumun yakalanmasının rolü, o rolü yakalayamayanları öteki kutba itecek kadar mühimdir. Bazen yolun başında, üçüncü bir çıkış yaratacak imkânlar bulunmayabilir.
Karşı devrimciler, diğer bir ifadeyle Türkiye düşmanı uluslararası kuvvetler, özel aparatları FETÖ ile ülkenin devlet aygıtını ele geçirmeye kalktılar.
PKK terör örgütünü önce meşrulaştırarak, sonra da silahlandırarak ve cesaretlendirerek üzerimize saldılar; vatanı bölmeye yeltendiler.
Komşu ve dost ülkelerle aramızı açtılar, onların toprak bütünlüğünün bozulmasında memleketimizi piyon olarak kullandılar.
Türkiye ekonomisini elden ayaktan düşürdüler ve uyuşturucu bağımlısı gibi küreselleşmeye bağımlı hale getirdiler.
Bütün bu saldırılara karşı koyamayalım diye Atatürk başta olmak üzere milli değerlerimizi ve milli değerlerimize olan bağlılığımızı zayıflatmayı denediler.
Üstelik tamamını, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) başta olmak üzere geçmiş birçok iktidarla işbirliği halinde yaptılar.
Fakat olmadı. Bir şeyler ters gitti ve o ya da bu nedenle süreç birçok açıdan tersine döndü… Sonuç olarak, Türkiye’de güzellikle iktidar belirleme devrinin kapandığını anlayan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) emperyalizmi; terör, darbe girişimi, tertip, şantaj vb. yöntemlerle Türkiye Cumhuriyeti’ni dizayn etmeye çalıştı.
İPİN UCUNU YAKALAMAK
İşte bu koşullarda şu soruların yanıtları kritikti:
“Amerikan emperyalizmine karşı mısın?”
“NATO’ya karşı mısın?”
“İsrail’in Filistin’i işgaline karşı mısın?”
“Türkiye’den yana mısın?”
Halkın geniş kesimleri her platformda soruları net olarak yanıtlıyor. Halk her bakımdan düzeni sorguluyor, basit ve köşeli tutumlarla sürece müdahil oluyor. Bugün anti Amerikancılığın halk içinde geri dönüşü zor boyutlara taşınmış durumu bir göstergedir… NATO karşıtlığı önlenemez bir yükselişte, hatta kopuşu arzulayan biçimlerde… Milli değerlere olan ilgi ise giderek artıyor ve geniş kesimlere yayılıyor…
Türkiye’yi mafya-tarikat-gladyo rejiminden topyekûn kurtarmanın yolu, ipin ucunu yakalayan halkla birlikte ince bir işçilikle süreci gittiği yere kadar götürmekten geçiyor. Çünkü ipin ucuna el uzatamayanlar, halkı AKP’nin bu mücadeleyi sonuna kadar götüremeyeceğine ikna edemezler ve iktidar seçeneği üretemezler.
Tarih boyunca böyle olmuştur, devrimci süreçler içinden yakalanmıştır ve yönetilmiştir.
GÖLGE ETMEYİN
Bir kısım aydınlar ve kurumlar ise bu soruların basit cevaplarını vermektense, beylik laflarla ve uydurmalarla pozlar kesiyorlar, gidişata burun kıvırıyorlar. “Yüksek Standart Enstitüsü” olarak hayatlarını sürdüren ve son zamanlarda sesleri çok çıkan bu çevrelere göre:
“Antikapitalist olunmadan antiemperyalist olunmuyor(!)”
“Milliyetçi ve muhafazakâr insanlar NATO’ya ve İsrail’e karşı çıkamıyor(!)”
“AKP’li olan Türkiye’yi ve Atatürk’ü sevemiyor(!)”
“PKK ve FETÖ terörüne karşı çıkıldığı zaman Erdoğancı olunuyor(!)”
Bilmişlik taslıyorlar, halkı küçük görüyorlar ve ilerici kavramlar namına süreci beğenmiyorlar. Bozgunculaşıyorlar ve nihayetinde Amerikan emperyalizmine hizmet ediyorlar. Bir de yüzsüzce sağa sola akıl dağıtıyorlar. İşte böylelerine bir çift söz söylemek gerekiyor:
Obama’dan ve Trump’tan tır tır silah alan PYD’yi “devrimci rol model” ilan eden kerizler… Bölücü terör örgütü PKK’nın kucağında “solculuk” taslayan kuyrukçular… FETÖ’nün kapısında “özgür basıncılık” oynayan, batıcı ve NATO’cu sosyal demokratlar… “Kızarlar, tecrit olurum” diye lafını yiyen, tükürdüğünü yalayan ve bir dediği bir dediğini tutmayan ortacı “komünistler”… Her teorisi yanlışlanan, kendisini sosyalist zanneden “neoliberal akademik müptezeller…” ANTİEMPERYALİZMİ SİZDEN ÖĞRENECEK DEĞİLİZ! Gölge etmeyin başka ihsan istemez.