Antoıne De Saınt-Exupéry öğretisi
Anlatılarını okurken sizi durduran, düşündüren, hatta sorgulara yönelten bir yanı vardır Antoine de Saint-Exupéry’nin.
Kitaplarına ara ara döndüğüm olur.
Yitimi, dahası bir uçuşta gökyüzünde kaybolması “trajik” olarak nitelendirilebilir. Bir bakıma o, ölümü hafife aldığı için değil; ölümü anladığı, yaşamla barışık olduğu için o kayboluşu seçti! Ben öyle düşünürüm. Eğer ki yazdıklarını bir bir okursanız, onun ne yaman bir yaşama ustası olduğunu öğrenirsiniz.
Evet, öğrenirsiniz.
Yaşam yalnızca yaşadıklarınızdan öğrendikleriniz değildir. Başkalarının kitaplara yansıyan düşleri, düşünceleridir de. Öğretisi olmayan biri size öğretemez. Bu yaşamda da böyledir, düşte/düşüncede de.
İşte Saint-Exupéry bu soy yazar/anlatıcılardandır.
Şu düşünlerine göz atınca, içindeki paradoksu da anlamaya çalıştığımı söylemeliyim:
“Ölümü kabul ediyorum. Tehlikeyi değil. Savaşı değil. Ölümü göze alıyorum. Büyük bir doğru öğrendim. Savaş, tehlikenin göze alınması değil. Vuruşmanın da değil. Bazı alanlarda, savaşçının, adıyla sanıyla ölümü göze almasıdır savaş.”
Kendisi bir savaş pilotudur.
Bulutlarda geçen zaman kim bilir onun hangi zamanıdır?
Şunca şeyi yazıp etmesi bulutlu zamanlarının, gökyüzü coğrafyasının armağanıdır bize.
Öyle ya; çoğumuzun bilemediği yer, erişemediği gizemli dünya onun göz ucunun ışığına dokunan evrenin büyüsüydü.
Bunları başka nasıl adlandırabiliriz ki?
Hele birbirini tümleyen “İnsanların Dünyası” ile “Kale” ve “Savaş Pilotu”nu ardı ardına okuduğunuzda o sözünü ettiğim evrenin yazıya yansıyan gerçekliğini daha iyi kavrarsınız.
Şimdilerde “Kale” anlatısı elimden düşmüyor. Tahsin Yücel çevirisi. 1970’te Yankı Yayınları’nca yayımlanmış. Yayınevinin her şeyi olan Kemal Demirel’e bu çevirisini 16.06.1970’te imzalarken şunları yazmış Yücel: “Sanatçı ve insan dostum Kemal Demirel’e. Hep Saint-Exupéry’de buluşmak.”
Demirel, hep özgün kitaplar yayımlardı. Sanırım Saint-Exupéry’nin de Türkçedeki ilk yayımcısı. Yayınevinin yayımlanmış 100 kitabını tamamlamak isterken, eksiklerimi bana armağan etmiş, değerbilirlik ederek ortak dostumuz Tahsin Yücel’in ona ithaflı kitabını da bana vermişti.
Kendisine bu kitapları, bu soy yazarları genç okurlar olarak bize tanıtmasının; hele hele taşrada bunlarla karşılaşan bir gencin dünyasını değiştirebilecek, hatta yaşama yolunu çizebilecek denli yoğunluk içeren yazarları öne çıkarmasının anlamını dile getirdiğimde Kemal Demirel’in sevincini görmeniz gerekirdi sevgili okur.
Sürekli yinelerim; bazı yazarlar ve yapıtlar belli yaş dönemlerinde okunmalı. Bunların etkisi, yönlendiriciliği, düş ve düşüncesi aşısı etkileyici oluyor.
Panait Istrati de bu soy yazarlardandı. Gene Demirel’in o yüz kitabının arasında yer bulmuştu. Steinbeck, Camus, Duras, Bachmann, Duhamel, Saroyan...ve daha niceleri.
Evet, iyi yayıncı da tıpkı iyi bir yazar gibi bir piramit inşa eder. Orada onun hayata bakışı kadar dünyayı algısı da kendi rengini yansıtır.
Belki de Saint-Exupéry’nin şunca yıldır okur(un)a sözünün olması bundan. Kemal Demirel gibi yayıncıları gözümüzün araması da iyiyi güzeli, yararlı ve faydalıyı öne çıkaran bir uğraşa gönül vermenin ne denli yerinde bir çaba olduğunu bilmekten...
Gene de yazarıma dönerken, onun tuttuğu aynadan size/kendime ve dünyaya bakmaya çalışıyorum:
“Büyük bir görünüm gibi bir şey göstereceğim sana, yavaş yavaş, bütünüyle çıkacak sisin içinden, parça parça değil. Çünkü heykeltıraşın gerçeği de böyle. Önce burunun, sonra çenenin, sonra kulağın belirdiğini nerede gördün? Yaratım bir anda sağlanmış imgedir her zaman, bir parçadan bir parçaya, ayrıntılı anlatış değil. Yaratıcı imge üzerinde kaynayan, yorumlayan, etkileyen, çevresinde yapılar kuran çokluğun işidir bu.”