AP seçimleri Birlik için son şans mıydı?

Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri beklendiği gibi sözde 'aşırı sağcı' partilerin yükselişine tanık oldu. Bu sağ partiler genel olarak göçe, Avrupa Birliği'nin (AB) ekonomik ve siyasi olarak daha fazla bütünleşmesine, 'yeşil' politikalara son verilmesine karşı çıkmakta ve AB liderlerinin Ukrayna'daki savaş konusunda ABD ile NATO'yu destekleyen dış politikasını destekleme konusunda isteksiz davranmaktadır.

'Aşırı sağ' bu konuların birçoğunda bölünmüş durumda ancak özellikle KOVİD salgını çöküşünün sona ermesinden bu yana, yüksek fiyat enflasyonu, durgun üretim ve azalan ihracat ile yatırım nedeniyle yaşam standartları düştüğü için oy kazanmaya devam etti.

GÖRECELİ BİR GERİLEME HİKAYESİ

'Avrupa' ekonomisi (eğer bunu tek bir bölgesel birim olarak düşünebilirsek) ciddi sıkıntılar yaşamaktadır.

Her küresel ekonomik krizden sonra (2008-9 Büyük Durgunluk ve 2020 pandemi çöküşü), ekonomi toparlanmakta zorlandı ve ABD'ye kıyasla daha kötü sınav verdi. Çeşitli siyasi ve ekonomik kurumlarını (Ortak Pazar, AB, Euro Bölgesi) oluşturduğundan bu yana Avrupa ekonomisi, 21. yüzyıla ait göreceli bir gerileme hikayesidir. 1980'lerde Avrupa, yılda yaklaşık yüzde 2 büyürken dünya GSYH'sinin yüzde 25'ine katkıda bulunuyordu. 2020'lere gelindiğinde Avrupa'nın dünya GSYH'sindeki payı yüzde 15'in altına düşmüş ve büyüme yılda ancak yüzde 1 olmuştur.

2023'te Fransa ve Almanya gibi kilit çekirdek ülkeler, ucuz Rus gazı ve petrolünün (Rusya'ya yönelik yaptırımların bir parçası olarak) ABD'den ve başka yerlerden ithal edilen pahalı sıvı gaz lehine terk edilmesiyle, yüksek enerji fiyatlarının yol açtığı iki yıllık hızlanan enflasyonun ardından düpedüz durgunluk içindeydi. Sonuç olarak Avrupa'nın imalat sektörü son iki yıldır daralmaktadır ve yatırım büyümesi çok zayıftır.

Avrupa'nın zengin çekirdeği ile en yoksul AB ülkeleri, yani Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra katılan ve 2004'te üyeliği kabul edilen Doğu Avrupa ülkeleri ile bölgenin güney kesimleri arasında hala büyük farklılıklar bulunmaktadır. Bununla birlikte, özellikle son yıllarda çekirdek Avrupa'daki göreceli durgunluk, 2004'teki yeni üyelerin çekirdek ile kendi yaşam standartları arasındaki farkı bir miktar kapattığı anlamına gelmektedir.

O HALDE NEDEN GSYH YÜKSELİYOR?

2004 yılında, on katılım ülkesinde 75 milyon kişi AB vatandaşı oldu. 2004 ve 2019 yılları arasında bu ülkelerin kişi başına düşen GSYH'si neredeyse iki katına çıkmıştır. Dünya Bankası'nın PPP ölçütüne göre 2004 yılında AB'ye katılan on ülkeden sekizi 2004 yılında orta gelir grubundaydı (Kıbrıs ve Malta hariç) ve şimdi yüksek gelir grubunda yer alıyorlar. Bir araştırmaya göre bu ülkelerin mevcut yaşam standardı seviyelerinin neredeyse üçte biri AB'ye katılımlarına (ticaretin serbestleşmesi, işgücü ve sermaye akışının kolaylaşması ve AB sosyal fonları) bağlanabilir. Bu da 2004 ve 2019 yılları arasında kişi başına düşen GSYH'deki artışın yaklaşık yarısına katkıda bulunmuştur.

Ancak bu 'yakınsama' (geçmişte tüm yeni AB üyeleri tarafından tecrübe edilmiştir) bir dereceye kadar bir yanılsamadır. Çekirdekte kişi başına düşen reel GSYH'nin daha hızlı büyümesi, ulusal üretimin daha hızlı artmasıyla değil, çoğunlukla nüfusun azalmasıyla sağlanmıştır. Yoksul Doğu Avrupa ülkelerindeki insanlar, tıpkı geçmişte İspanya, İtalya, Portekiz ve Yunanistan gibi güney ülkelerindekilerin yaptığı gibi çalışmak için batı ülkelerine göç etti. Geri para gönderdiler ve böylece kişi başına düşen GSYH arttı.

AZALAN İŞ GÜCÜ

Avrupa için en büyük sorunlardan biri doğurganlık oranlarının düşmesiyle birlikte nüfusun (özellikle de çalışma çağındaki nüfusun) azalacak olmasıdır. Batı'da önümüzdeki 35 yıl içinde işgücünün yüzde 10'dan fazla artacağı öngörülen dört ülke var. Bunlar İrlanda, ABD, Kanada ve Norveç'tir. Diğer iki ülke olan İngiltere ve İsveç'te ise artış oranının yüzde 5 ila 10 arasında olacağı tahmin edilmektedir. Diğer tüm gelişmiş ülkeler çalışan nüfuslarının azalmasını beklemelidir. Almanya yaklaşık yüzde 30; Portekiz, İtalya ve Yunanistan ise yüzde 20'den fazla bir düşüşle karşı karşıyadır.

Birleşmiş Milletler tahminlerine göre nüfusu en hızlı azalan ilk on ülkenin tamamı Doğu Avrupa'da yer almaktadır. Bulgaristan, Letonya, Moldova, Ukrayna, Hırvatistan, Litvanya, Romanya, Sırbistan, Polonya ve Macaristan'ın nüfuslarının 2050 yılına kadar yüzde 15 ya da daha fazla azalacağı tahmin edilmektedir.

Ukrayna için bu tahmin daha da vahimdir. Avrupa'nın bu demografik açığı verimlilikte önemli bir artışla telafi etmesi gerekiyor. Ancak Avrupa'nın üretkenlik seviyeleri (nasıl ölçerseniz ölçün), 1990'lardan bu yana üretkenlik artışında yavaşlama yaşayan ABD'nin yüzde 25 altında kalmaktadır.

FONLAR TÜKENSE DE SAVUNMA KESİNTİSİ OLMAZ

Şu anda pek çok ülke, Kurtarma ve Dayanıklılık Tesisi (RRF) de dahil olmak üzere bir dizi AB destek programına ve muafiyetine bel bağlamış durumda. Halen en fazla borcu olan ülkelere can simidi sağlıyorlar. AB, 700 milyar avroyu aşan bu özel fon aracılığıyla yeşil ve dijital projelere milyarlarca avro aktarıyor. Ancak bu fon 2026 sonunda tükenecek ve Almanya ile Fransa, artan açıklar ve borçlar pahasına büyümeyi sürdürmek için AB kamu harcamalarını ve sübvansiyonlarını sürdürmek ya da önceki AB bütçe hedeflerini karşılamak için kesintiye gitmek konusunda ikiye bölünmüş durumda.

Harcama sınırlamalarının uygulanmayacağı tek alan savunmadır. Kuzey Avrupa'daki merkez parti hükümetlerinin mesajı, NATO ve ABD'nin Ukrayna'yı Rusya ile olan savaşta desteklemesi gerektiği yönündedir. Daha önce NATO konusunda 'tarafsız' olan Finlandiya ve İsveç, Rusya'nın 'Avrupa demokrasisine' tehdit oluşturduğunu iddia ederek NATO'ya katıldı. Avrupalı liderler vatandaşlarına 'savaşa hazırlanın' mesajı veriyor. Askeri harcamalar bu yıl yüzde 7 artarken, her NATO üyesinin GSYH'sinin yüzde 2'sini askeri harcamalara ayırması hedefleniyor. Bu da yeni AB parlamentosunda sivil harcamaları azaltacaktır.

AB'NİN GELECEĞİ EKONOMİYE VE ÇİN-ABD ÇATIŞMASINA BAĞLI

Avrupa'nın kapitalist sektörü derin bir endişe içinde. ABD ve Çin arasında yoğunlaşan jeopolitik savaşta sıkışmaktan korkuyorlar; daha önce büyük bir pazar olan Çin'e yapılan ihracat düşerken, Çin'e yapılan yatırımlar ABD'nin talimatları doğrultusunda tersine dönüyor. Ukrayna'daki savaş şimdiden Avrupa sanayisini kötü etkiledi ve tüm sektörlerde maliyetleri arttırdı. Avrupa'nın merkezindeki sermayenin karlılığı, 2020'lerin Uzun Depresyonu boyunca kötü bir şekilde düştü ve pandemideki çöküşünden sonra toparlanma olmadı. Fransa'nın karlılığı yüzde 30'un, Almanya'nınki ise yüzde 25'in üzerinde azaldı.

Doğudaki yeni üye ülkeler (Polonya hariç) bile karlılıklarının düştüğünü gördüler.

Avrupa'nın ekonomik ve siyasi alandaki göreceli düşüşü sürecek gibi görünse de tüm bunlar AB'nin dağılmaya doğru gittiği anlamına gelmiyor. Avrupa vatandaşları arasında 'birleşik Avrupa' fikrine hala güçlü bir destek var ancak pandemi ve ardından gelen enflasyonist spiralden bu yana destek azaldı.
Küresel mali kriz ve avro borç krizinin ardından 2010'larda yaşanan Uzun Depresyon boyunca, şaşırtıcı olmayan bir şekilde, Avrupa vatandaşlarının çoğunluğu ekonominin kötü yolda olduğunu düşünüyordu.

Şimdi ise anketler bu görüşün yaklaşık 50/50 olduğunu gösteriyor. AB'nin devamına en büyük desteği verenler genellikle kendilerini solda görenler. Ancak Macaristan ya da Slovakya gibi AB'ye şüpheyle yaklaşan hükümetlerin olduğu yerlerde bile kendilerini sağcı olarak tanımlayanların çoğunluğu da AB'nin devamından yana. Sadece Fransa ve İngiltere'de sağcı seçmenlerin çoğunluğu AB'den ayrılmak istiyor. İngiltere 2020'de AB'den ayrılmış ve bunun ülke ekonomisi ve halkı için korkunç sonuçları olmuştur.

Ancak Avrupa ekonomileri zemin kaybetmeye devam eder ve Avrupa sermayesi ABD ile Çin arasındaki küresel güç mücadelesi tarafından giderek daha fazla sıkıştırılırsa AB fikrine yönelik bu çoğunluk desteği bir sonraki Avrupa Parlamentosu seçimlerine kadar dağılabilir.