Ara Güler’in yazgısı

Bazen, gereğinden fasla hoşgörüsüz ve de acımasız oluyoruz. Hoşgörüsüzlüğümüz başımıza gelen felaketlerden başkalarını sorumlu tutma kolaylığından ve de cahilliğinden; acımasızlığımız ise, başkalarının, toplumda saygınlığını ve de başarısını kanıtlamış olan kişilerin kişilikleriyle -kimi zaman zaaflarıyla- oynayarak kişilik kazanma gibi gereksiz ve anlamsız hırslarından kaynaklanıyor. Neredeyse kitle kültürünün bir ilkesi haline gelen bu geleneksel tavırlar, bir halk deyişi haline gelen “hiçbir başarının cezasız kalmayacağı” sözünü de doğruluyor.
Yalnızca ülkemizin değil, belki de fotoğraf olgusuna damgasını vuran Magnum ekolünün en önde gelen temsilciğiyle dünyanın sayılı fotoğrafçıları arasında yer alan Ara Güler usta da, son aylarda yaptığı ve yapmadıklarıyla kitle kültürünün, linç olgusuyla beslenen o alışıldık tavrının bir kurbanı olarak karşımıza çıkarılıyor. Hem de onca suskunluğuna, onca yaşama çabasına ve de onca yaşına rağmen...
Ara Güler ne fotoğrafını çektiği kişilerin konumları ve toplumdaki yeriyle, ne de öznesi olduğu belgeselin bir yarışmaya kabul görünüp görünmemesiyle bu denli hoşgörüsüz, anlamsız ve hepsinin ötesinde acımasız bir tartışma ve protestoların hedefi olmayı hak etmiyor. Onca yaşında, onun için nelerin yapılması gerekip gerekmediğini düşüneceğimiz yerde, büyük ustayı adeta objektifini yönelttiği kişilerle, arşivinin nereye bağışlanıp bağışlanmamasıyla ve de belgeselinin bir yarışmaya kabul edilip edilmemesiyle gündeme getirip getirip, yargılıyor, linç ediyor, onca başarılarını hiçe sayıp hırpalayarak acı çektiriyoruz.

HER KAFADAN ÇIKAN SESLER
Ara Güler usta, bir sanatçı olarak, çağının tanıklığını, dilediği kişinin dilediği şekilde fotoğrafını çekemez mi? Onun böyle bir özgürlüğü olamaz mı? Ara Güler usta, arşivini dilediği yere arzu ettiği koşullarda bir yere bağışlayamaz mı? Buna kim karışıp engel olabilir? Hem her kafadan ses çıkacak, hem de bu arşivin ne olacağına ilişkin hiçbir adım atılmadan ahkam kesilecek. Hem de kendilerini aydın sınıfına sokan kişilerce. Bu arşiv için etkin ve yönlendirici ve de sonuç alıcı bir eylemin içine girilmesi gerektiği halde, yalnızca oturdukları yerden konuşarak işlerin çözüleceğine inan ve inatla da inanmaya devam edenlerin gereğinden fazla anlamsız konuşmaları, yalnızca bu arşivin değil birçok kültürel değerin yok edilmesine neden olmadı mı?
Tüm bunlardan sonra bu kez de büyük usta konu olduğu bir belgeselle gündeme getirilip yıpratılmak isteniyor. Kimisi öküz altında bir şeyler ararken, kimileri de son yıllarda her festivalin başına dert olan belgeselleri sözüm ona önemseyerek bir şeyleri sarsmayı, bildik, alıştık yöntemlerle gündeme getirip tartışma ortamı yaratmak istiyor. İstiyor ama, kendi çıkarları uğruna bir ustayı da onca yaşına karşın işin odağına yerleştirip gereğinden fazla üzerek, kendi deyimiyle ona buruk bir acı vererek.
Bir festivalin ana ve ön jürilerinin bir filmi beğenip beğenmemek, seçip ya da seçmemek elbette ki en doğal haklarıdır. Üstelik ünlü ve de saygın kişilerin üzerine yapılan her filmin iyi olacağı da beklenemez. Bunların hepsi kabulümüzdür.

‘BURUK BİR DUYGU’
Ama yine de, bir Ara Güler belgeselinin, yaşamını adadığı ve de görüntüleriyle tüm dünyaya tanıttığı bir kentin en önemli festivallerinden birinde yer almaması, yalnızca onun için değil, bizler içinde inanın, onun deyimiyle “buruk bir duygunun kaynağı” oluyor.
Bu film, en azından -politik kulvara çekilmek istenen söylentileri yalanlarcasına- yarışma dışı tek seanslık özel bir gösteriyle, sırf Ara Güler’e duyulan saygı sonucu sinemaseverlerin karşısına çıkartılamaz mı? Bunun zor olduğunu hiç sanmıyorum. Festival bu tür, tek seanslık bir gösteriyle hem kendisine yöneltilen suçlamaları yalanlayacak, hem de büyük ustaya saygısını sunarak onu gündelik politikanın kurbanı olmaktan kurtarabilecek.
Evet, yalnızca tek seanslık bir gösteri. Yapılması ve yapılmamasıyla birçok şeyleri açığa çıkaracak...