Arada dünyalar kadar fark var
Önümüzdeki yerel seçimler, iktidar mücadelesinin önemli bir aşamasıdır. Belki de bugün ülkemizdeki bütün siyasal güçlerin üstünde mutabık olduğu biricik belirleme budur. Ana çatışma, iki dünya arasındadır. Emperyalist sistemin dünyası ile Atatürk Devrimi’nin dünyası arasında dünyalar kadar fark vardır. Onun için belediyecilik anlayışları arasındaki mücadele de, aynı kulvarda koşulan bir “hizmet yarışı”ndan ibaret değildir.
Neoklasik iktisadın iki büyük hülyası
Emperyalist sistemin temelindeki neoklasik iktisadın iki büyük hülyası vardır. Biri, her şeyin ama her şeyin fiyatı piyasada belirlenen özel bir mala dönüştürülmesidir. İkincisi de, insanın mutluluğunun tek kaynağının sonuçta yalnızca kendi payına ne düştüğüne bağlı hale gelmesidir. Aslında bu iki hedefin, neoklasik iktisat açıstından “akılcı” bir temeli de mevcuttur. Çünkü piyasa dengesinin neoklasik iktisadın kendi koyduğu ölçütlere göre verimli olması için bu iki koşulun sağlanması gerekir. Kamu mal ve değerleri de, başkalarının mutluluğundan kendine mutluluk payı çıkaran bireyler de, piyasalar tarafından içselleştirilemez. Bunların varlığında, neoklasik iktisadın piyasa dengesinin verimliliğini ileri süren teoremi çöker. Eğer teorem dünyaya uymuyorsa, ikinci bir seçenek daha vardır. O da, dünyayı teoreme uydurmaktır. Aslında “küreselleşme”, bütün dünyayı bu teoreme uygun tek bir pazar haline getirme çabasından başka bir şey değildir.
Emperyalist sistemin belediyeleri
Bu yaklaşımın belediyelere olan izdüşümü, belediyelerle halk arasına kalın bir çizgi çekmektedir. Belediyeler, piyasa kuralları uyarınca hizmet üreten birimler, halk da hizmeti tüketendir. Bu piyasada tüketiciler tamamen edilgin bir konumdadır. Onlara düşen, kendilerinden beklenen tepkileri vermeleridir. Sosyal demokrasinin bu sürece kattığı “katılımcılık sosu”, tüketici tepkilerinde öngörülenle gerçekleşen arasında daha iyi bir uyum sağlamaya yöneliktir.
Bu dünyada belediye hizmetlerinin üretimi de özelleştirildiği için, neredeyse mektuplara pul yapıştırma işi dahi taşeronlara verilir. Çevre, bütün halkın yararlandığı bir kamu değeri olmaktan çıkıp, değeri özel bir mal olarak getirisiyle ölçülen bir rant kaynağına dönüşür. Güzel bir çevrede yaşamak, parasını ödeyenlerin yararlanacağı çitlerle çevrilmiş özel konut alanlarına özgü bir ayrıcalık olur. Belediyelerin yetkileri de, her şeyi fiyatı olan bir mala dönüştürme furyası içinde metalaşır. Ederini ödeyen, yetkinin kendi isteği doğrultusunda “kullanım hakkını satın alır”. Doğaları gereği özel tüketim malına dönüştürülmesi zor olan sanatsal, kültürel, bilimsel etkinlikler, göstermelik bir iki örnek dışında belediyecilik kapsamı dışına çıkarılır.
Atatürk Devrimi’nin belediyeleri
Oysa Atatürk Devrimi’nin dünyasında belediyeler, toplumun kılcal damarlarına kadar uzanan halk örgütleri niteliğini taşır. Bu dünyanın belediyeleri, doğrudan demokrasiye yönelen araçları geliştirerek toplumsal dokunun dönüştürülmesine hizmet eden, yalnızca yaratılan kamu değerlerinin tüketiminde değil, bu değerlerin üretiminde de halkın inisiyatifini açığa çıkaran bir işleve sahiptir. Belediyeler, halkın dayanışmasını, ekonomik, demokratik ve kültürel ilerlemenin bir gücü haline getirecek ortam ve araçlar yaratır. Halk belediyeyi ne kadar kendi toplumevi olarak görürse, belediye o ölçüde başarılı olmuş demektir.
Bugün ülkemizin en çok gereksinimini duyduğu kamu değeri, halkın örgütlü gücüdür. Kapitalist piyasanın beklenen tepkileri veren ilkel bir organizma derekesine indirgediği insanı, yeniden insani özüne kavuşturarak hayatın merkezine yerleştirecek bu belediyecilik anlayışına destek vermek, milli ikitidara giden yolda bir dönüm noktası oluşturacaktır. İşçi Partisi’nin belediyecilik anlayışı, emperyalist sistemin dayattığı belediyecilikten dünyalar kadar farklıdır.