Arkeolog polisler ya da polis arkeologlar

Geçtiğimiz günlerde Milliyet Gazetesi manşetten verdi; Medeniyet Bekçiler’i diye...Habere göre; kimi sanat tarihi uzmanı, kimi arkeolog polisler tarihi eser kaçakçıların korkulu rüyası olup 5 yılda 3 müze kuracak denli tarihi eser ele geçirmişler. Toplam sayıları 10 kadar olan Kültür Sanat Kaçakçılığı Büro Ekipleri bazen koleksiyoner, bazen müzayedeci, bazen defineci, bazen de sanatsever bir iş adamı kılığına girerek 174 ayrı operasyonda 365 tarihi eser hırsızını yakalamışlar. Ekibin gerçekleştirdiği 8 operasyonda ele geçirdiği 4 bin 691 sikke ve obje ise önceki yılların aylık ortalamasının çok üzerinde olduğu gözlenmiş vs...

Tüm bu bilgileri sözünü ettiğim haberden aynen aldım. Aslında bu kadarcık alıntı bile İtalya ve ;Yunanistan’la birlikte dünyanın en zengin tarihi eserlerine sahip ülkeler arasında yer alan bizdeki tarihi eser kaçakçılığının bilinen bir yüzünü anlatıyor. Ama bir farkla; Çünkü asıl haber, haberin anlatımında değil de, bu anlatımı betimleyen cümlelerde. Nasıl mı ? Anlatalım...

Yarım asırdır -ve belki de çok daha fazla- arkeoloji eğitimi veren fakültelerde yerli ve de yabancı tüm hocaların tarihi eser kaçakçılığına ilişkin adeta bir şablon haline getirilmiş bir sözü vardır. Bu söz özet olarak “ Tarihi eser kaçakçılığını önlemek için önce toplumda tarihi eser bilincini oluşturmaktan ibarettir.” Bu kulağa hoş gelen doğru bir sözdür ama, sonuçta sınırları belirlenmemiş bir toptancılığı içerir. Önemli olan bilincin kendisi değil de, aslında bu bilincin nasıl yaratılacağındadır.

Yıllar önce-ikisini de rahmetle anıyorum- Tarık Akan ve Yusuf Kurçenli ile Karun Hazineleri belgeselini yaparken, belgeselin bir bölümünde bu hazinenin yurt dışına kaçırılmasında yardımcı olan köylülerle konuşuyorduk. Köylülerden biri, elinden çıkardığı eserler için “Bu günkü aklım olsaydı...diye söze başladı. Hepimiz tarihi eser bilincinin yıllar sonra bu kaçakçılığa bulaşmış köylü kardeşimizde nasıl olumlu bir etki yaptığını beklerken o sözünü şöyle sürdürdü “O paraya değil de, onun en az yüz misline satardım” dedi... Zaman kaçakçılıktan bedelini ödemiş bu kişiyi uslandırmış ama belli ki asla usandıramamıştı... Demek ki onlar tarihi eser bilincini böyle yorumlamışlardı.

Tarihi eser kaçakçılığıyla ilgili haberde asıl haberin içinde, gizli olduğunu söylemiştik. Devam edelim...Yıllar önce okuduğum İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji ve Prehistorya Bölümü’ “arkeologtan başka her bir şey yetiştirdiği için” baba parası yemek için ideal bir meslek olarak tanımlanır, adeta fakültenin koleji olarak da algılanırdı. Yani siz, aslında 4 yıl olup da en az 6 yıl okunan bu bölümden çıkan kişilerin kendi mesleklerini yapmasına olanak vermeyip, başka alanlarda yaşamlarını kazanmaya zorlarsanız, onlar arkeolog olup koruyamadıkları eserleri ancak polis olarak yakalamaya çalışırlar.

Doğrudur: 5 yılda 3 müze kuracak kadar eser ele geçirmişlerdir... Hiç düşündünüz mü? Ya ele geçiremedikleriyle kaç müze kurulur? Yanıtı mı? Bunun boyutlarını Paris’teki Louvre, ile Londra’daki British müzelerine bakmak yeterlidir...

Haberde, bir de polisin bu kaçakçıları yakalamak için hangi kimliklere/mesleklere girdiklerine bir göz atalım... Bu da tarihi eser kaçakçılığı döngünün nerelerde devinip beslendiğinin de bir göstergesidir.

Dedektör satışlarına ise hiç girmeyeceğim... Neredeyse her köyün olmazsa olmazları arasında bulunuyor... İthalleri yetmedi, yerlisine başladık...İnanın o da talebi karşılamıyor... Kiralığı bile var... Herkes define peşinde... Hem de herkesin gözleri önünde...

Ülkemizde yapılan en önemli antik kentlerin/yörelerin/yerlerin kazılarını yüz yıldır yabancılara emanet ederken bizim arkeoloji/sanat tarihi eğitimi gören gençlerimizden ancak 10’unu polis yapıp, diğerlerini işsiz ya da ilgisiz mesleklere zorunlu yönlendirirseniz, sonuçta ancak 3 müzelik eserleri ele geçirebilirsiniz...

Önemli olan; tarihi eser kaçakçılığını önlemek için arkeologları polis değil de, tüm toplumu tarihi eser bilincine sahip kılarak polis yapabilmektir...

O zaman bir düşünün, kaç müze kurabiliriz...