Asıl Büyük Deprem!
Geçtiğimiz hafta İstanbul’da olacağı yönünde onlarca yıl öncesinden bilinen ve o yüzden de aslında bağıra çağıra geldiği biliniyor olan ve hiç de sürpriz olmayan muhtemel depremin bu kadarcığı bile başta toplumumuz olmak üzere iktidarıyla muhalefetiyle sözüm ona herkesi epeyce korkutmuş görünüyor. O yüzden de son günlerde herkes depremi konuşuyor televizyonlarda görüyorsunuz.
Bilen bilmeyen, anlayan anlamayan, uzman olan olmayan, haddini bilen bilmeyen, 20-30 yıldır medyalarında bu halkın bilinç altını, bağımsızlık bilincini, özgür siyasi duyarlığını, ahlakını, bakış açısını, kültürünü. ideolojik değerlerini vb. her şeyini hepimizin gözleri önünde şey etmiş olan sözde köşe yazarları, iktidarıyla, muhalefetiyle siyasiler, kültürel entelektüeller, bilim insanları vd. hepsi de yine televizyonlardalar ve bu defa da birden hem deprem uzmanı, hem “akıl hocası” bilirkişiler, hem de sanki suç kendilerinde de değil de başkalarındaymış gibi oldular birden. Bir de: sözüm ona uzman olanlar arasındaki uzman rekabeti ve hırsı, aşırı abartılmış görüş ayrılığı, kıyasıya sorumsuz çatışma, fırsatçılık, bencil şovculuk her yeri her konuyu aşırı sarmış durumda. Öyle ki tanınmış bir uzman diğer tanınmış uzmana tümüyle karşı neredeyse. Hepsinin ortak görüşte birleştikleri tek nokta ise yalnızca İstanbul’da değil neredeyse Marmara Denizi merkezli çok büyük bir depremin epeyce uzun bir zamandan beridir apansız bir biçimde geliyor olduğu ve bunun da aslında herkes tarafından bilindiği ve beklendiği yönünde. Fakat, neredeyse 100 yıldır İstanbul depreminin muhtemel seyri, takvimsel zamanı, şiddeti, yapacağı öngörülen yıkım vb. konunun uzmanlarınca ve öngörülü siyasi kimlikler tarafından zaten konuşulup duruyor aslında. Fakat yapılması gerekeni duyan yok, duyan bilen varsa bile güncel korku geçtikten sonra uyarıları ya da yapılması gerekenleri ciddiye alan bile yok. Öyle olunca da geliyor olana karşı kalıcı çağdaş bir çözüm geliştiren, örgütleyen yok ne yazık ki? İktidarı damuhalefeti de akıl verip ahkam kesmekle meşguller yalnızca.
Sonuç: her şey eskisi gibi eski tas eski hamam devam edip gidiyor ne yazık ki! Fakat uzunca bir zamandır artık öyle bir sürece gelip dayandık ki görünen o ki artık bu böyle devam etmeyecek, edemeyecek!
ANCAK GELDİĞİNDE GÖRÜLECEK OLAN NE YAZIK Kİ?
Hayır hayır, bu yazının konusu gördüğünüz üzerine aslında sözünü etmiş olduğum ve artık neredeyse müzminleşmiş muhtemel büyük felaket İstanbul depremi değil yalnızca. En az onun kadar yıkıcı hatta onu da aşacak şiddette olacağı bir türlü görülemeyen ve artık kapımıza dayanmış olan büyük siyasal toplumsal ulus devlet depremi felaketi. Anlaşılan o ki: her felaket gibi o da ancak gelip de tepemize bilfiil çöktüğünde fark edilecek ne yazık ki? Bu büyük asıl siyasi toplumsal deprem de tıpkı bu son fiziki depremin tersine döndüğü söylenen ters deprem rutini şiddetinde ve grafiğinde olacak anlaşılan.
Çünkü yaşanacağı daha 1990’lı yıllardan itibaren ısrarla öne sürülen muhtemel büyük siyasi toplumsal deprem de tıpkı geçen haftaki rutin depremler gibi gerçekte öncü depremler aslında.
Söylenenlere bakılırsa daha önceki depremlerin önce en şiddetlisi, sonrasında ise artçıları şiddeti azalarak gerçekleşiyormuş. Fakat bu yenisi ise bunun tam tersiymiş ve asıl korkutucu olan da zaten buymuş iddialara göre. Hatta Amerikalı bir deprem profesörü bile (!) öyle diyesiymiş: “çok tuhaf ve şaşırtıcı” bir durummuş gerçekten de!
Peki, yalnızca deprem mi tek derdimiz? İlgili uzmanlarımızın, bilim adamlarımızın dahi öngörüsüz politikacılarımız gibi sorumsuzca davranışları, konuşmaları, yalnızca deprem konusuyla mı sınırlı? Olur mu hiç? Bakın televizyonlardaki, meclisteki, etrafımızdaki her konudaki abuk sabuk öngörüsüz, sorumsuz konuşmalara, tartışmalara: Suriye sınırımıza, ordumuza, Fırat’ın Doğusuna, ABD, PYD-PKK, “Esad rejimi” (Suriye Devleti), Rusya, İran, Türkiye, Avrasya, NATO, İstanbul ve tüm Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılara vb. değer ve hakikat yoksunu tartışmalara aynı aymazlığı, entelektüel çöküşü buralarda da göreceksiniz. Bakın üzerinde uzun bir zamandır oyun oynanan yeni CHP’nin Suriye Konferansında konuşulanlara, durum aynı aymazlık, öngörüsüzlük durumu.
Geçip oradan çağdaş düşünce sanat ve kültür ortamlarımızın durumuna bakın, oradaki içi boş piyasa, çağdaş sanat, sanat toplum, siyaset vb. ilişkilerine bakın göreceğiniz şey de aslında tıpkı deprem alanındaki büyük kaos ve çıkmaz durum gibi tartışmasız bir biçimde.
O yüzden de geçtiğimiz günlerde sona eren Contemporary İstanbul’da sunulan Türkiye’deki genel çağdaş sanat profiline, aynı günlerde “Yedinci Kıta” başlığıyla açılan 16. İstanbul Bienali’nde yer alan ve “artık sanat olmayan sanat” gösterilerine, yine aynı günlerde törenlerle açılan Koç Vakfı’na ait ARTER müzesindeki benzer gösteriye ve o çizgideki şaşkınlıklara vb. oralarda da fazlaca değişen bir şey yok aslında?
Peki, bütün bu olanların ya da bir türlü olamayanların bütün vebalini zamanı geldiğinde kim ödeyecek? Öyle sanıldığı ve iddia edildiği yalnızca cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ya da AKP’ mi ödeyecek yoksa bütün Türkiye mi ödeyecek?
Burada, CHP ve diğer muhalefet partilerinin, cumhuriyetçi, devrimci siyasi grupların, öngörüsüz entelektüellerin, yazarların, sanatçıların hiç mi günahları yok?
Bütün bunların hesapları hepimizden sorulmayacak mı sanıyorsunuz? Günahlarımızı hep birlikte önümüze alıp da düşünmenin zamanı artık gelmedi mi Allah aşkına?
O asıl büyük tarihsel siyasal toplumsal kültürel depreme hazır mısınız?