Asıl mesele üzerine

Ülkemizin derin sıkıntısı açıkça adlandırılmadıkça yol almak güç. Hepimiz güçlü Türkiye istiyoruz.

İlk bakışta görünen şey toz-duman ve kafa karışıklığı. Gerekçeleri bakımından en keskin zıtlık, MHP’nin çevresinde ortaya çıkıyor. MHP yönetimi devletin ve Türk milletinin bekası için evet dediğini söylüyor. Ama MHP’deki geniş muhalefet aynı şeyler için ‘hayır’ demek zorunda olduğumuzu ilan ediyor.

AKP referandumun sahibi. O da devletin tehdit altındaki bekasından söz ediyor. Bu referandumun hem beka gibi dev bir sorunu çözeceğini hem de güçlü Türkiye’yi yaratacağını söylüyor. MHP yönetiminden farklı olarak, gerekçeleri arasında Türk milletinin esirgenmesi yok.

Hem MHP hem AKP yönetimleri bekayı neden tehlikede gördüklerini ve güçlü Türkiye’den ne anladıklarını bugüne kadar açıklamadılar. Adeta “anlamını siz çözün” der gibi, sloganı orta yere bırakıp çekildiler.

***

Geçtiğimiz günlerde AKP hükümetinin sözcüsü Numan Kurtulmuş bir ipucu verdi. Hollanda’da Türkiye Cumhuriyeti’nin bakanlarına reva görülen muamelenin “açık bir İslamofobya” ve “örgütlü bir İslam düşmanlığı” olduğunu söyledi. “Güçlü bir Türkiye olmasın diye Türkiye düşmanlığının ortaya koyulduğunu görüyoruz. Bu ümmetin önüne çıkıp liderlik yapan güçlü bir lider olmasın diye Erdoğan karşıtlığı üzerinden siyaset ürettiklerini görüyoruz” dedi.

Hükümet sözcüsü, bakanlarımızın uğradığı utanç verici hakaretleri Türkiye’den önce İslamiyetle ilgili gördüğünü; “Güçlü Türkiye”yi de bu referandum sayesinde “ümmete liderlik eden güçlü lidere sahip olacak ülke” olarak anladığını ilan etti.

***

Uluslararası arenada kendini Türk milletinin değil İslam ümmetinin siyasetçisi olarak gördüğünü ilan etmenin anlamı büyük.

Dinsel inanç bakımından üyesi olunan İslam ümmetinden söz etmek ve dünyada onun çıkarlarını kollamak ayrı, Türkiye devletini İslamiyet ve ümmet niteliği üzerinden tarif etmek ayrı şeyler. Bu ikisini birbirinin yerine koymak ise kendi başına başka bir siyaset gütmek demek.

Çünkü herkes bilir ki, rejimi ümmet öznesi üzerine kurmanın tek yolu, ulus/millet öznesini tahtından etmekten geçer. Yani Leyla Zana’nın milletvekili yemininde “Türk Milleti önünde” değil “Türkiye Milleti önünde” yemin etmeye kalkışmasında olduğu gibi, dünyevi devlet rejimini değiştirmek niyeti anlamına gelir.

Devletin siyasal sahibini “Türk milleti” değil “millet/ümmet” diye tarif etmek, egemenliğin sahibini değiştirmek demektir. Türk milletinin egemenlik hak ve yetkisini ortadan kaldırmak... Ulusal egemenliği çok-etnikli ümmet toplumuna devretmek... Bu yeni-egemenin adeta zorunlu hale getirdiği şekilde, devleti ademi merkeziyetçilik ilkesine göre ve özerklikçi özlemlere göre tepeden tırnağa dönüştürmek....

***

Demek ki bir kısım referandumcu, ulusal/milli Türkiye yerine yeni/ümmetî Türkiye rejimi sayesinde dünya liderliği yapacağımız hayali peşinde sürükleniyorlar. O halde meselemiz, gerçekten de Türk Milletinin egemenliği ve Türkiye’nin “beka” meselesi. Bu büyük meseleyi yaratanlar da, ulusal/milli varlığı dağıtmaya girişmiş olan kimi referandumcuların ta kendileri.

Mesele şu ki, bu formülden ‘Güçlü Türkiye’ çıkmaz. Bu formülden olsa olsa Türkiye’nin çözülmesi çıkar. Emperyalizmin elinde hamura dönmüş tarih dışı neo-osmanlıcılıkla büyüyeceğini sanırken daha da küçülme tehdidi çıkar.

Bugünlerde ağzına Türk Milleti’nin adını almayanlara, orada burada Türkiye milleti diye olmayan ve olmayacak birşeyden söz edenlere azami dikkatte büyük yarar var.