ASKER-SİVİL İLİŞKİLERİ-(TAMAMI)
Sayın Başbakan Başbakanlık özel konutunda, Emekli Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’ü sürpriz bir şekilde ağırladı. Baş başa konuştular. Ziyaretle ilgili türlü varsayımlar, hatta teoriler ortaya atıldı. Başbakanlık bu konuda açıklama yapmadı, Özkök ise:
“Ankara’ya sağlık kontrolü için gelmiştim, gelmişken uzun yıllar Genelkurmay Başkanlığını yaptığım sayın Başbakan’ı da bir ziyaret edeyim dedim(!)” dedi.
Gelin de kafanıza takılmasın. Aradan 6 yıl geçmiş eski Genelkurmay Başkanı’nın bir çok silah arkadaşı Hasdal’da tutuklu. Hilmi Paşamız bir zahmet Hasdal’a uğramıyor da Başbakan’la baş başa uzun uzun konuşuyor...
Gelin büyük fotoğrafın parçalarına tarih merceğinden bakalım ve TSK ile siyaset arasındaki bilinmezlere göz atalım.
Yıl 1963 İsmet İnönü Başbakan. En sağlam istihbaratlar önce Başbakana ulaşır. İsmet Paşa, Harp Okulu’nda Albay Aydemir’in bir şeyler planladığını öğreniyor ve kışın ortasında sırtına paltosunu giyip, yanında özel kalem müdürüyle birlikte Harp Okulu Komutanı Talat Aydemir’e haber salar: “ oraya geleceğim ve öğrencilerle yemek yiyeceğim.” Başbakan yanına Genelkurmay başkanını almadan harp okuluna gidiyor. Albay Aydemir, Paşa’ya Harp Okulu’nu gezdiriyor sonra yemek salonuna giriliyor. Ne garip! Yemek salonunda tek bir öğrenci yok. Başbakan için bir masa hazırlanmış, Paşa yanındaki komutanları gözden geçiriyor ve soruyor:
“ Hani öğrenciler nerede? Hani onlarla yemek yiyecektik?”
Aydemir’in yanıtı: “Sayın Başbakanım öğrenciler talimde.”
“Bu saatte talimdeler ha?” diyor İsmet Paşa.
Yemek kısa sürüyor, Başbakan yaverinden paltosunu istedikten sonra hızla yemekhaneyi terk ediyor. Arkasından Harp Okulu Komutanı koşuyor: “ Paşam daha size göstereceğimiz şeyler vardı”
Paşa, “Ben göreceğimi gördüm” diyor ve arabasına binerek oradan uzaklaşıyor. Akşam evindeki aile yemeğinde damadına dönüyor: “Bu Albay bir şeyler yapacak” Eski asker ve siyasetçi devlet adamı komutanın ve etrafının gözlerine bakınca yaklaşan fırtınayı fark etmiş.
Sonra 22 Şubat. Tanklar, Harp Okulu’ndan çıkıyor. Paşa Hava Kuvvetleri Komutanlığı’ndaki karargahında bir portatif somya da dinleniyor ve avını bekliyor. Sonuç belli. Aydemir silah bırakıyor ve teslim oluyor. Paşa onu hapishaneye göndermiyor sadece emekli ediyor çünkü kan dökülmemiştir.
Erdoğan köşeye mi sıkıştı?
İsmet Paşa 21 Mayıs’ta Aydemir’i affetmedi. Ama 12 Mart muhtırasının karşısında altındaki imzalara bakınca Parlamentoyu açık tutmak için Demirel’le birlikte zaman kazandı. Demem o ki sivillerle askerler arasında uzlaşmazlık çıkmışsa bu anlaşmazlığı izlemekte ve suhuletle çözmekte yarar vardır. Elbette bu iş devletin bağımsız, siyasetçinin özgür iradeye sahip olduğu zamanlar için geçerlidir. Şimdi diğer parçalara bakalım.
Zaman Gazetesi’nde 14 Haziran günü Prof. Türköne’nin bir yazısı çıktı. Bas bas bağırıyordu. “Hükümet yıkılıyor mu?” Bayan Hilary Clinton Türkiye’ye geldi, Suriye sorununda kırmızı çizgiyi koydu: Halep! Daha önce CIA Başkanı çuvalcı general Başbakan’ı hasta yatağında ziyaret etti ve bazı tavsiyelerde bulundu.
İşin açığı:
ABD ‘Suriye’ye gir’ diye bastırıyor. Cemaat bastırıyor... YCHP Başkanı rol kapıyor, Kürt sorununda Başbakan’a 10 maddelik bir öneri vererek sıkıştırıyor. AKP grubunda çatlak alabildiğine büyüyor ki Zaman ve Türköne telaşta. Kürtaj, sezeryan çıkışları ve 4+4+4 laiklik karşıtı uygulamalar başlayacak.
Başbakan sanki köşeye sıkışmış konuşacak, dertleşecek insan arıyor. İşte bulduğu Wolsfoviç’e yazılan mektubun sağladığı Erdoğan-Özkök görüşmesi, belki de yargı organının kendisini siyasetin yerine koyduğu şu sıralarda hiç değilse TSK’yı yanına çekecek bir çare olamaz mı? Tıpkı Dışişleri Bakanıyken General Powell ile Gül arasında imzalanan iki sayfalık, 9 maddelik anlaşmanın sonunda Gül’ü Çankaya’ya çıkarması gibi. Başbakan zor durumda ve bir tercih yapmak zorunda. Ya bölünme ya da vatan sevgisi arasında.