Askerin vesayeti, dinin vesayeti (1) -(TAMAMI)

Cumhuriyet Halk Partisi Milletvekili Birgül Ayman Güler, “Türk ulusu ile Kürt milliyetini eşit, eş değerde gördüremezsiniz” dediği için kıyma makinesine koyup kıyım kıyım kıydılar. Peki aynı cümleyi Başbakan Erdoğan söylemiş olsaydı bu kelle avcıları ne yapardı acaba?

Belagat sahibi Başbakan, “Bizim temelimiz anasır-ı İslamdır” dediği zaman ne yaptılar ki? (17.12.2005 tarihli, AK Parti Grup Başkanlığı’nın Basın Özeti’nde okudum). Üstelik sözünü güçlendirmek için, Atatürk’ün Nutuk’ta “Anasır-ı İslamiye”den söz ettiğini eklemiş. Ardından, “alt kimlik-üst kimlik” tartışmalarından duydukları rahatsızlığı dile getirmiş ve “Bu tartışmanın uzatılması terör örgütüne yarıyor. Türkiye’de hakim unsur Türk halkıdır ve Kürt sorunu diye bir sorun yoktur” buyurmuş.

Başbakan’ın bu sözlerini, CHP milletvekilinin ümüğünü sıkanlar da duydular, ama kuyruklarını bacaklarının arasına kıstırıp sustular.

Kavramları karıştırmak

Şehit ailelerine konuşan Başbakan “Kabinede de Kürt kökenli bakanlar vardır. Kürt vatandaşlar Türkiye’de her mevkiye gelebilir” demiş ve Anayasa’nın 66’ncı maddesindeki, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür” ifadesini ezbere söylemiş. “Türkiye’deki vatandaşlar arasında bağlayıcı din bağı vardır” yönündeki sözlerini Atatürk’ün Nutku’nu dayanak yaparak iyice pekiştirmiş. “Nutuk’ta benim söylediğimden daha fazlası var. Atatürk, Anasır-ı İslamiye‘den bahsetmiş. Baykal’a bunu bir türlü anlatamıyorum” demiş.

1920’lerde bu topraklarda yaşayan insanlar arasında elbette din bağı vardı: Sunniler, Şiiler. Aleviler, Hıristiyanlar, Museviler, Mecusiler... Bu bağ şimdi de var. Ateistler de birbirine bağlıdır.

Ama başbakan “Türkiye’de hakim unsur Türk halkıdır!” diyerek Türk ırkını, etnisitesini; “Bizim temelimiz anasır-ı İslamdır” diyerek Sunni İslamı öne çıkartıyor, böylece hem ırkçılık hem de dinsel ayrımcılık yapıyor.

Bu merteği elbette AKP avanesi, kapı kulları, ücretli askerleri görmedi, görmez, görmeyecek! Peki sizler neredeydiniz, neredesiniz medyanın liberal bülbülleri, solun sağcı horozları?

Gelelim şu Söylev (Nutuk) işine: Atatürk, Söylev’in neresinde “Bizim temelimiz anasır-ı İslamdır” demiş?

Mustafa Kemal Paşa, 1920’lerde bir vesile ile Anasır-ı İslam’ı kullanmış olabilir ama Başbakan’ın öne çıkardığı anlamda kullanmış olamaz, 600 küsur sayfalık Söylev’de “Anasır-ı İslam” aramak samanlıkta iğne aramak gibi bir şey. Başbakan’ın danışmanları deyişin geçtiği yeri haber verirlerse son derece memnun ve mutlu olurum. Önümde ufuklar açılır.

Başbakan’ı anlıyorum ama...

Başbakanı anlıyorum: İmam-hatip mezunu olduğu için, kendini medrese mezunu ve ilmiye (ulema) sınıfından sayıyor; II.Meşrutiyet (1908) ve Cumhuriyet yüzünden yitirdiği saygınlığının, etkinliğinin öcünü almaya, devrim yasalarını tersine çevirip bir restorasyon rejimi kurmaya çalışıyor. Kurmak istediği rejim Din-i İslam’ın tam zamanlı vesayeti. O vesayet ki Osmanlı İmparatorluğu döneminde dört kıtada egemendi; ilmiye sınıfının reisi Şeyhülislam, Osmanlı saltanat hiyerarşisinde Padişah ve Sadrazamdan sonra üçüncü sıradaydı.

Kadı olup şeriat adına hüküm veriyorlardı. Müderris olup medreselerde, kafalarındaki islamı öğretip kadı ve müderris yetiştiriyorlardı. Özerktiler. Kadılar mahkeme harçlarını, müderrisler vakıf ücretlerini cebe indiriyorlar, padişah tarafından besleniyorlardı. Dedikleri dedik çaldıkları düdüktü...

Kendi sınıf bilinçlerinin oluşumundan itibaren, sadece kendi çıkarları için, devletin iç ve dış siyasetine müdahale edip söz sahibi olmuşlardı. Osmanlı ailesine paralel bir saltanat düzeni kurmuşlardı: Kadılık ve müderrislik artık babadan oğula, oğuldan toruna geçiyordu. Artık ana rahminde ulema oluyorlardı.

Cumhuriyet ve II. Meşrutiyet yüzünden bu avantaları yitirmişlerdi.

Bütün bunların intikamı alınacaktı!

Mustafa Sabri Efendi’nin intikamını alacaktı!

Sabah akşam uğradığı, uğradıkları zulümlerden söz etmiyor muydu? Elbette bu zulümlerin (!) intikamını alacaktı. Alacaklardı. Gizli medreselerde, Nur ve Işık evlerinde öğrendiklerini uygulayacaktı, uygulayacaklardı.

Bunları yapabilmek için, karşılarında tek bir engel vardı artık: Adliyeyi, Mülkiyeyi, Zaptiyeyi, Masa ve Kasayı ele geçirmişlerdi, geriye sadece askeriye kalıyordu. Asker dinin vesayetini savunsaydı, geçmişte olduğu gibi ortaklık yapsaydı, sorun yoktu. Laik Cumhuriyete bekçilik yapıyordu.

Askeriyeden 1908’in, 31 Mart’ın intikamı alınmalı, dinî vesayet rejiminin restorasyonu için askerin vesayeti ortadan kaldırılmalıydı.

Başbakan’ı ve yeni ilmiye sınıfını, hak vermek değil, anlamak mümkün!

1908’den sonra, iktidardan düşünce, çok değişim ve gelişim gösterdiler, yoksul ve köylüleri gizli medreselere gönderdiler, kendileri üniversitelerde okudular.

Artık, “Şeriat isteriz!” diye sokaklara dökülmüyorlar; Cuma namazlarından sonra tekbir getirip istemezüklenmiyorlar. Ama demokrasi küheylanına binmişler hedeflerine doğru dört nala at koşturuyorlar.

Fakat...

İntikam cihadını ileri demokrasi yürüyüşüdür diye alkış tutan gafil ve goygoycu sürüsüne ne demeli? Bir tek Cumhuriyet’e ihanet etmekten utanmazlar!