Askerin vesayeti dinin vesayeti (7) -(TAMAMI)

28 Şubat Kararları devam ediyor:

12- T.C. Anayasası, Siyasi Partiler Yasası, Türk Ceza Yasası ve bilhassa Belediyeler Yasası’na aykırı olarak sergilenen olayların sorumluları hakkında gerekli yasal ve idari işlemler kısa zamanda sonuçlandırılmalı ve bu tür olayların tekrarlanmaması için her kademede kesin önlemler alınmalıdır.

13-Kıyafetle ilgili kanuna aykırı olarak ortaya çıkan ve Türkiye’yi çağdışı bir görünüme yöneltecek uygulamalara mani olunmalı, bu konudaki kanun ve Anayasa Mahkemesi kararları taviz verilmeden öncelikle ve özellikle kamu kurum ve kuruluşlarında titizlikle uygulanmalıdır.

14-Çeşitli nedenlerle verilen, kısa ve uzun namlulu silahlara ait ruhsat işlemleri polis ve jandarma bölgeleri esas alınarak yeniden düzenlenmeli, bu konuda kısıtlamalar getirilmeli, özellikle pompalı tüfeklere olan talep dikkatle değerlendirilmelidir.

15- Kurban derilerinin, mali kaynak sağlamayı amaçlayan ve denetimden uzak rejim aleyhtarı örgüt ve kuruluşlar tarafından toplanmasına mani olunmalı, kanunla verilmiş yetki dışında kurban derisi toplattırılmamalıdır.

16- Özel üniforma giydirilmiş korumalar ve buna neden olan sorumlular hakkında yasal işlemler ivedilikle sonuçlandırılmalı ve bu tür yasadışı uygulamaların ulaşabileceği vahim boyutlar dikkate alınarak, yasa ile öngörülmemiş bütün özel korumalar kaldırılmalıdır. 17- Ülke sorunlarının çözümünü “Millet kavramı yerine ümmet kavramı” bazında ele alarak sonuçlandırmayı amaçlayan ve bölücü terör örgütüne de aynı bazda yaklaşarak onları cesaretlendiren girişimler yasal ve idari yollardan önlenmelidir.

18- Büyük Kurtarıcı Atatürk’e karşı yapılan saygısızlıklar ve Atatürk aleyhine işlenen suçlar hakkındakı 5816 sayılı kanunun istismar edilmesine fırsat verilmemelidir. 28 Şubat 1997 tarih ve 406 sayılı Milli Güvenlik Kurulu Kararı’nın Eki’dir.

Durum değerlendirmesi

28 Şubat, klasik anlamıyla bir darbe değil elbette. Anayasa yerinde duruyor; Cumhurbaşkanı Çankaya’da; TBMM açık, çalışmasını sürdürüyor; daha sonra istifa edecek ama hükümet görevini sürdürüyor. Milli Güvenlik Kurulu Kararı’nın altında cumhurbaşkanının, Başbakan Erbakan’ın ve üye bakanların imzası var.

Hükümet sadece seçim kaybetmekle ya da güven oyu alamadığı için düşmez. Grevler dolayısıyla düşer, ekonomi bunalıma girer düşer, savaş yenilgisi dolayısıyla düşer. TUSİAD’ın Ecevit hükümetini düşürmek için tam sayfa gazete ilanları yayınlamış olduğunu anımsayalım. Gene Ecevit’in bir ara seçimde muhalefetin altına düştüğü için istifa etmesini de.

28 Şubat Avrupa Parlamentosu’ndan, Avrupa Birliği’nden herhangi bir resmi tepki almadı. Koalisyon üyesi DYP’ye oy verenler de tepki göstermediler, dahası memnun oldular. Peki, MGK aldığı kararlar gerçek dışı mıydı? İktidardaki koalisyonun Refah Partisi kanadı da cumhuriyetin temel yapılarını hedef almanın hata olduğunu kabul ediyordu. Takiye mi yapıyordu? Olabilir. Ama Refah Partisi’nin yenilikçi kanadının kurduğu AKP’nin başta günümüz başbakanı R.T.Erdoğan olmak üzere ileri gelenleri Milli Görüş gömleğini çıkardıklarını dünyaya ilan etmiyorlar mıydı? Elbette o da takiye idi. Osmanlı devlet yapısını ve geleneğini bilenler; özellikle 1908’den itibaren yakın dönem tarihimiz hakkında yeteri kadar bilgisi olanlar; cumhuriyet dönemi irtica hareketlerini unutmayanlar için bu takiyenin anlamı açıktı: Köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı diyeceklerdi. Çünkü tarikatlar iyice gürbüzleşmeşti¸ Diyanet emirlerine amade idi; Milli Eğitim dinci kuşatma altında idi; imam-hatip hegemonyası pupa yelken gidiyordu; Fethullahçılar sütre gerisine yatmış bekliyordu; imam-hatip mezunları artık devlet makinesinde önemli yerlerdeydi ve artık kendilerine ait bir “sermaye”leri vardı; laik cumhuriyetin okullarında kendi kadroları yetişmişti. Üstüne üstlük Cumhuriyet’ten kuyruk acısı olan liberaller, müflis solcular da yanlarındaydı. ABD’nin ve Avrupa Birliği’nin vakıfları ve sefil toplum kuruluşları, belki gizli servisleri destek için arkalarındaydı.

Kestaneyi ateşten almış olan koalisyon tam Sırat Köprüsü’nü geçerken, MHP hükümet çadırını neden yıkmış olabilir acaba?

Bitmeyen kin ve intikam duygusu

Sünni İslam’ın din bürokrasisi, şeriat ve hilafetiyle, medresesiyle, cami, dergah, tekke ve zaviyeleriyle, tarikatlarıyla, ulemasıyla Osmanlı devletini her bakımdan yönetmişti. Kimi zaman askerle ortak hareket ederek, kimi zaman onunla kapışarak. Bu din bürokrasisi Harem’le işbirliği yapmış ve iktidar için her türlü rezilliği göze almıştı. Padişah ve sadrazam yönetip indirmiş, kimi zaman kellelerini almış ve çoğu zaman da din ve ahlak dışı fetvalar vermişti. Tıpkı kiliseninki gibi bir ruhban sınıfı. Kadı, müftü ve müderrisleriyle, saray hocalarıyla bir seçkinler sınıfı.

Bu sınıfa “Din Bürokrasisi” diyelim. Bu bürokrasi Osmanlı Devleti ve toplumu üzerine tam anlamıyla bir vesayet rejimi kurmuş, devlet ve toplumu “hacr” altına almıştı.

Önce 2.Meşrutiyet, sonra Cumhuriyet bu saltanata son verdi. Ama on yıldır “Din Bürokrasisi’ nin Oğlunun İntikamı” filmini seyrediyoruz.