Aşkın çöp tenekesi hali

Şimdi, bu başlık ta ne oluyor? Aşk ile çöp tenekesinin ne ilgisi ve alakası olabilir, diye sormaktasınız belki de! O zaman ben de soranlara sorayım: Aşkın, gülistan yani gül bahçesi ile alakası nasıl olabilmekteyse, çöp tenekesi ile de öylesinden bir ilgisi olabilir diye düşünenlerdenim de ondan dolayı bugünün konusunu aşka ve çeşitli hallerine ayırmış olabilir miyim?

Aşk, belki de yeryüzünde en fazla kullanılan kelime olmanın şampiyonluğunu taşıyor bugün. Hem de hemen hemen her dilde böyle. Nerden biliyoruz? Yeryüzünde 50 kadar memlekete gittik ve kültürlerini yerli dostlarımızla paylaşma imkanını yakaladık. Televizyonlarını seyrettik, şarkılarını dinledik, öykülerini anlattırdık. Mahalli dostlarımızla bunların anlamları üzerine derin sohbetler de yaptık. Ondan dolayı da şimdi “aşk” kelimesinin hemen her yerde en fazla kullanılan kelime olduğu iddiasını belirtmekteyiz.

Elbette her kültür, kendi diline göre bir kelime uydurdu “aşk” karşılığında kullanabileceği. Hepimizin, hatta Toroslardaki köy çocuklarının bile, duyduğu zaman “seni seviyorum” anlamına geldiğini ezbere bildiği, İngilizce “I love you”’daki “love”ın aşk anlamına geldiği gibi.

AŞK HER TARAFTA MI?

Hele de şimdilerde evinde köpeği, kedisi, tavşanı veya kuşu olanların, onlar için de kullanmaya başlamaları ile bir “aşk” yani “love” furyası gırla gitmekte. TV kanallarındaki kanlı bıçaklı aşk hikayeleri, şarkılardaki aşk sözleri, insanı artık yeter diye bağırtacak düzeye geldi denebilir.

Aşk kelimesini esas olarak, bizde Leyla ile Mecnun, Batı’daki Romeo ile Juliet hikayelerindeki anlamı ile bilip kullanmaktayız. Aslında, bu iki derin dünyevi aşk hikayesinin gerçekten var olup olmadığını bile bilmiyoruz. Bizim tahminimize göre, insanoğlu eksikliğini duyduğu bir şeyi kendisi yaratıp göklere çıkarma alışkanlığında ve eğiliminde bulunduğu için, çok büyük ihtimal ile, bu tür dünyevi aşk hikayelerini de diğer insanlara örnek olsun diye hem kendisi yaratmıştır hem de kendisini inandırmıştır buna. Ve kendi imalatı olan bu hikayedeki Mecnun’una veya Leyla’sına ulaşmak için, yüzlerce yıldır koşturup durmaktadır.

Acaba diyoruz, kelime olarak söylenmesi çok kolay olduğu için mi, önüne gelen aklına geldiği zaman “aşk” deyivermekte? İngilizcesi bile, başka İngilizce kelimelere göre o kadar kısacık ve kolayca söylenebilecek halde ki: Love (okunuşu lav!). Sadece 3 harflik bir masraf, size hayatınızın akışını bile değiştirecek bir şeyler verebiliyor, potansiyel olarak! Belki de o sebepten dolayı, dünyadaki en büyük enflasyon, “aşk” ile ilgili olanıdır gibi geliyor bize.

ANASI AĞLATILMIŞ KELİMELER

Bu enflasyon, yani aşırı kullanılma sonucunda da “aşk” bizce sözlükte en çok tecavüze uğrayan kelime olarak karşımıza çıkmakta. Belki de onu, çok gerilerden de olsa takip eden öteki tecavüze uğramış kelimeler arasında, “demokrasi”, “insan hakları”, “güzellik” ve “mutluluk” u sayabiliriz. Ama o kelimeleri başka biz zamana bırakıp, biz aşka yoğunlaşalım bugün. Bakalım neler çıkarabileceğiz altından.

Aşkın peşindeki bu koşturma sırasında, bazılarımız bir şahsa yönelik sevgi selinin ve aşkın, o kadar da yeterli olmadığını, aslında bu selin giderek bir dere, sonrasında bir ufak akıntı, en sonunda da sivri sinekli bir durgun su birikintisine dönüştüğünün farkına varmaktayız. Ve o noktada, “aşkın” objesinin yönü değişmekte ve aşığın gözleri ve yüreği yukarılara doğru açılmaktadır. Bunun sonucunda da Yunus Emre, Mevlâna, Kabir, Rabia, Pir Sultan, Kaygusuz Abdal gibi, hakiki “aşık”lar ve “aşkın evrensel üstatları” ortaya çıkmaktadır. Aslında “aşık” nitelemesinin kelime anlamı bile, bu sürecin başındaki dünyevi eğilimlerin sonucunda, bu çaptaki evrensel “aşıkların” ve “aşkın üstatlarının” adının başına da gelebilmektedir. Yoksa Türkçenin sözlüğünde başka bir kelime mi yoktur ki onlara yakıştıramayacağımız? TRT’nin olağanüstü güzellikteki Yunus Emre-Aşkın Yolculuğu dizisine sadece bir göz atmanız yeter, bu aşıklık sürecinin ne anlama geldiğini anlamak için.

Yunus Emre’nin, biraz da protesto edercesine söylediği şu şiirindeki aşk olgusunu, kafaları karıştırmadan iyi anlamak, tüm bu tartışmalara ışık tutabilecek önemdedir:

“Aşkın pazarında canlar satılır/ Satarım aşkımı alan bulunmaz”

EKRANLAR AŞKLA DOLU SOKAKLAR BOMBOŞ!

Aşkın Yeşilçam filmi halleri de vardır elbette. Artık sinemaya gitmiyoruz ama, Yeşilçamın kötü mirasçıları olan TV yapımcıları, her kanalda birer garip aşk hikayesi ile tüm millete “aşk satmaktadır”. Lakin, oturma odalarımızdaki bu tür aşk, evimizin önündeki sokağa çıkınca mucizevi bir şekilde yok oluvermekte. Yerine bir kin, nefret ve bencillik oturuverir sokak hallerinde. Çünkü bu tür aşk hikayelerinin içi, bir balondan bile daha boştur. En azından balonun içinde hava mevcuttur. Bu tür aşkta hava bile yoktur.

BİR KİLO SEVERSEN, BELKİ YARIM KİLO SEVEBİLİRİM!

Aşkın bir başka halini, yani perakende halini, ölümsüz şairimiz Hasan Hüseyin Korkmazgil bir şiirinde bizim için tespit etmiş zaten: “…öldü bakkal, öldü bakkalbiçim, öldü bakkalbiçim aşk, bu senin gözlerindi ey…” derken elbette hepimizin hayalindeki Leyla ve Mecnun aşkından bahsetmiyordu. Belki de insanlığın başlangıcından beri zaten bakkalbiçim olan aşk, tüketim toplumunun en aktif üyelerinden biri olan Türkiye toplumunda, şimdilerde harcanacak en büyük sermaye gibi raflarda yerini almış durumda maalesef.

AŞK’IN MAHKEME HALİ

Eşinizin ayağına basıp, “evet” dediğiniz o günden ortalama yedi sene sonra, boşanmak için kanlı bıçaklı bir şekilde mahkeme salonlarından birinde bulabilirsiniz kendinizi. Çünkü, istatistikler her sene giderek artan oranda, “aşk” beraberliğinin, hem de çok kanlı bir şekilde boşanma süreci ile sonlandığını bildirmekteler bize. Aslında, her gün ekranlarda ya da gazete sayfalarında gördüğümüz “kadın cinayetlerinin” giderek artan sayısı da bu olgunun en somut kanıtlarından biri oluyor. Yani ortalama yedi sene önceki o dehşetli “aşk”tan geriye, dehşetli bir nefret ve hayal kırıklığı kalıveriyor.

AŞKIN STADYUM HALİ

İnsanın her hali, aşkın hallerinde de yansıyor elbette. Hele de bizim gibi milletlerde “siyasi partileri bile birer futbol takımı gibi tutmak” geleneği olunca, takım ya da siyasi parti aşkı da aslına hiç te uymayan hallere girebiliyor. Takımı galip geldikçe, antrenör dahil tüm oyunculara âşık olan taraftar, ilk yenilgide, ya da ilk kaçan gol fırsatında, hele hele de kaçırılan penaltı sonrasında, tüm takımı çöpe atacak kadar sevgisizlesiveriyor. Ama hemen sonrasındaki galibiyetle, kaybolan aşkı hemen yerine geliyor. Yani o denli kaypak ve güvenilmez oluyor, aşkın stadyum hali.

AŞKIN YATAK ODASI HALİ

Belki de aşk diye bize yutturulan her neyse, onun en gerçekçi halinin bu olduğu anlaşılıyor. Hatta yatak odanızda yaptığınız her şeye, “aşk yapmak” adını bile veriyorlar bu sebepten dolayı. Elbette kimsenin duygu dünyasını aşağılamak ya da dalga geçmek gibi bir niyetimiz yok burada. Ama Devlet İstatistik Enstitüsünün ve hemen tüm dünya İstatistik Kurumlarının rakamlarına bakınca, aşkın yatak odası halinin de pek parlak olmadığını anlayıveriyoruz. Eğer durum parlak olsa, Doğu’dan Batı’ya giderek artan oranlarda boşanmalar olabilir miydi? Hele de işin içine biraz para, mal-mülk giriyorsa, kanlı bıçaklı hallere dönüşmüyor mu aşkın yatak odası hali.

AŞKIN İLAHİ HALİ

Aşkın, belki de en aşk tanımına yakın hali olan ilahi aşk hali de problemli elbette. İnsanoğlu, diğer yaratıklardan sadece birazcık büyük olan beyni ile, o denli becerikli ki, aşkın ilahi halini bile alt üst ve karmakarışık edebiliyor. Hem de binlerce yıldır. Biz modern zamanlarda, buna Tanrı aşkı ya da dindarlık demekteyiz. Doğrusunu söylemek gerekirse, ancak bir kısım gerçek inanır, aşklarının ilahi boyutunu doya doya ve hakkederek yaşamaktadırlar. Ama bu “aşıkların” arasında da oldukça yüksek sayıda rol yapan olduğunu, kendi memleketimizden ve hatta akrabalarımızdan bile görmekteyiz. Paranın artık yapay bir Tanrı haline getirildiği bu tüketim sisteminde, elbette başka bir sonuç ta beklenemezdi ki. Zaten her birimiz pencereden dışarı her baktığımızda, bunun ispatını görmekteyiz. Şimdilik, üzerine kitaplar yazılabilecek bu konuda, sadece genel bir tespit yapalım ve sonuca geçelim.

AŞK’A YENİ BİR BOYUT MU BULALIM?

Bu sorunun cevabını vermek, bizim boyumuzu da boyutumuzu da aşar. Ama yukarda konuyu açarken söz ettiğimiz “aşk” kelimesinin kısalığı ve kolaylığının, onun bu denli ucuzlamasına yol açmış olabileceği gibi bir ihtimali göz önüne alarak, belki de aşk kelimesinin yerine daha “pahalı” yani kullanması ve hatta söylenmesi bile biraz zor olan bir kelime uydurmak gerek diyoruz. Ve bu iddia ile, anlamı çok fazla cuk diye oturmasa ve kulağa biraz saçma gelse bile, aşağıdaki kelimeyi öneriyoruz. Ne de olsa “aşık olmak” ta, muvaffak olmanın, yani başarmanın en başarılı hali değil mi ki?: “Muvaffakiyetsizleştiricileştiriveremeyebileceklerimizdenmişsinizcesine”