ASYA PORTRELERİ

SÖZÜN VE IŞIĞIN FEDAİSİ

Sözün fedaisi, ölür doğar, ışık hızıyla kırk yerde,
Aynı gün gelir çağrısı, evrensel pusula:
"Aslının aynıdır" derler, aslı çoğaltılamaz asla,
Kozmik toprakta, nesnel gerçeğe gömülür.

Nasıl gidiştir bu? Anka kuşu kendini yakar bir daha.
Nereye hocam dersin, ana karargâha mı?
Çağırıyorlar gene, dokuma işçisine ihtiyaç var.
Işığın fedaisi uzanır güneşe, top top ibrişim sarar,
Sevgi tezgâhından özgürlük ipeklisi dökülür.

Öldüğü gün doğar, o gün verilir kendine naz izni,
Öyle gelir öyle gider, mayasında çürüme yok:
Dünyaya mı gelmiş, yoksa dünyayı mı getirmiş,
O dakika doğum kâğıdını mühürler melek.

Işığın abecesini çözmeye, yetmiş iki dil gerek?
Aşkın karanlık yüzünden kıssalar gönderir,
Açıklar kozmosun şifresini, gizli mesajları tek tek,
İlk hecenin manasıyla ağır suçu üstlenir.
Kimi kuantum der buna, kimi ruhani gerçek.

Meyvesi alınan nar dalı nasıl kalkarsa yukarı,
Sözün fedaisi de gök katlarına öyle ağar.
Akıl prizmasında, yedi tayfta çiçeklenir fikir,
Bilim eğilir, yıldız parıltısı basar yürekteki uzayı.

Yaşar Nuri halk ereni, telaşla geçer yanından,
Nereye hocam dersin, ana karargâha mı?
Çağırıyorlar gene, güvenlik işçisine ihtiyaç var.
Bakarsın, denetimdedir cümle kapısında:
Kur'an ışığından geçirmekte Allah ile aldatanı.

Nasıl gidiştir? Kızılırmak bendini aşar bir daha.
Nereye hocam dersin, ana karargâha mı?
Çağırıyorlar gene, temizlik işçisine ihtiyaç var.
Gönülleri siler paklar, temizler can evini,
Sel gibi süpürür mülk çöplüğünü, açar yolu.
Dinlen hocam dersin, der ki: Işık hiç yorulur mu?