Atatürk Demeye Yetecek Nefes

Nefes deyince ilk önce aklıma Ülkü Tamer’in aynı adlı şu şiiri gelir: “Dağın uykusuna, kuşun gözüne / Sabahın sesine, taşıdım seni. / Kerem’in yaralı, ince dizine, / Irmağın yasına taşıdım seni. // Canın içinden, canımı duyan, / Canımın içine taşıdım seni. / Elma kabuğunda, nar tanesinde, / Gizlenen mermere taşıdım seni. // Gecenin ördüğü, gün kafesinde, / Dolaşan kedere taşıdım seni. / Canın içinden, canımı duyan, / Canımın içine taşıdım seni. // Arının yazına, kışın otuna, / Yaprağın güzüne taşıdım seni. / Yürekten yüreğe mekik dokuyan, / Sevginin göçüne taşıdım seni. // Canın içinden, canımı duyan, / Canımın içine taşıdım seni.”

Usta ne de güzel yazmış. Can içinden canımı duyan, diyerek nefesine mi sesleniyor, yoksa nefesinin yerine koyduğu sevgiliye mi? Artık kim bilebilir, şairin kendisi bile belki bilmezken...

Ortadoğu’nun büyük dinlerinin kutsal kitaplarında gizliden ya da açıkça belirlenmiş bir mesel var: İnsanın ruhu, tanrının nefesidir sadece, öylece üflenmiştir ilk insanın burnundan; bitişi de zaten ancak nefestir. İlk ve son nefes arasındadır insan ömrü... O iki nefes arasında, doğum ölüm tarihini ayıran çizginin iki yanından geçip gidenlere de hayat deniyor herhalde.

1069 tarihli Kutadgu Bilig’de nafas diye geçiyor, yaşlı kelime demek epeyce; kim bilir ne çok nefes alıp vermiştir. Kelimeler de nefes alır, yaşar mı sahi; unutulunca öldüklerine göre... 14. yüzyılda Karadeniz’in kuzeyinde yaşayan Kıpçak Türklerinden, o devirde İtalyanlar ve Almanlar derlemiş, Cumanicus derler bir kitapçık var, orada da bu haliyle geçiyor kendileri. 1680’de muazzam Meninski sözlüğünde bir tıknefes kelimesi var. Tenk nefes, tek nefes diye de söylenmiş evvelce. Tıknefes, güçlükle nefes alan. Zaten Arapçası da dayk-u nefes. Oradan benzeşerek bugüne gelmiş: Tık – dayk... Bazısı “Gazi Mustafa Kemal Paşa” derken tıknefes olmaz, koca dört kelimedir üstelik. Fakat erinir kimisi de Atatürk demeye! Atatürk demeye çünkü, kimisinin yetmez nefesi. Soykırım diye bağıran, Mustafa Kemal’in askeri olmayı milisçe bulup reddeden, bunu da ele güne gururla afişe eden, nasıl nefes yetiştirir Atatürk sözüne.

Gabriel García Márquez’e herkesin Márquez; Ahmet Hamdi Tanpınar’a sadece Tanpınar demekten farkı yok. Atatürk, herkesin bildiğince Mustafa Kemal’in soyadı. Sol kültürde Atatürk değil Mustafa Kemal diyoruz gibi saçma açıklamalar da görüldü geçenlerde sosyal medyada, bu yeni solculuk böyle demek. Hiç merak etme, sağcılık da farklı değil. Lozan’ı başarısız bulandan, hep camileri kapattı mevzusuna kadar çoğunun yetmiyor nefesi.

Biraz Atatürk’ten söz edelim de anlaşılsın mesele. Birkaç soyadı önerisi gündemdedir önceleri. Bazılarını yazayım. Mustafa Kemal Etel - Etil - Etealp - Arız - Ulaş - Yazır - Emen - Çogaş - Salış - Begit - Ergin - Tokuş – Beşe.

Etel, Attila’nın orijinal söylenişi, büyük nehir demek, günümüzde idil olarak da söylenir; etil de öyle. Etealp, Altayca büyük kahraman. Arız, Türk büyüğü Alp Arız’a göndermedir. Ulaş, belli zaten ulaşmakla ilgili, devrime, hedefe ulaşmak. Yazır: Oğuz Türklerinin yirmi dört boyundan biridir. Emen, Türk büyüğü Uçan Oğlu Emen Bey’den gelir. Çogaş, Ulaş Oğlu Şakir Kazan’ın bir unvanı. Salış, eski Türkçe güneş, ışık anlamında. Begit, eski Türk dilinde sağlam demek, berkitmek vb de buradan geliyor. Ergin, bugün bildiğimiz ergen değil; eski Türkçede aydın demek olduğundan düşünülmüş olsa gerek. Ne de olsa entelektüel üretimi de, ona Atatürk diyemeyen kalabalığın üretiminden fazla, çalışkan bir aydın Paşa. Tokuş, bir Türk büyüğü, Ertokuş Bey’den ilham alınmış. Beşe eski Türkçe seçkin anlamında.

Bu listeye Saffet Arıkan Bey, Türkata ve Türkatası önerilerini ekler, daha sonradan Naim Hazım’ın aktardığı üzere Arıkan, Atatürk’ü bulur. Gazi önce Türkata’yı beğenmiş ama Onat’ın da ısrarıyla Atatürk’e karar vermiştir. Şimdi, hepsinin asıl sorunu anlaşılıyor mu acaba? Bunca Türklük, eski Türkçe, Türk ve dolayısıyla bağımsızlık vurgusu çağrıştıran bir kavram, bu insanları niye rahatsız etmesin değil mi? Nefesi anlatıyordum nerelere geldik. Fakat arada bunları da not etmiş olalım. Güncel politika benim işim değil; gelip geçici. Atatürk soyadı, hepsinden daha kalıcı ne de olsa.

Başka ne var nefesle ilgili, bakalım. Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi, demiş Kanuni... Nefesin, aynı zamanda şifa için okunan dua anlamına geldiği unutulmamalı. Bektaşi kültüründe şiirlere nefes denilmesi de manidar. Ömer Hayyam'a, şiir kast edilerek sorulmuş, en sevdiğin nefes hangisi diye. Cevap net: “Sigaramın ilk nefesi, kaynanamın son nefesi.”

Nefes alıp verirken her defasından ağızdan H harfi çıkar. Bu yüzden H, Arapçada söylenmez pek. Allah kelimesinde de vardır zira. Saygıdan, sesletilmez. Nefese, Türkçe soluk demeyi tercih etmem pek; aynı zamanda solmuş anlamına gelir zira. Necatigil’in nefis şiiri var, Solgun Bir Gül Oluyor Dokununca... Nefis dedim değil mi; aynı kökten. Nefis, can, ruh, öz, arzu demek... Arapça öz varlık, kişilik. Bir de insanın yeme içme gereksiniminin tümü... Nefsine hâkim olmak diye bir şey var değil mi?

Enfes peki? Daha nefis, en nefis anlamına gelir. Nüfus? Eh, nüfus da nefes alanlar, kişiler, canlar demektir. 19’uncu yüzyıldan sonra, memleketteki okur yazar nüfus vs gibi istatistik anlamlar ediniyor kelime; yaşayanlar yani. Teneffüs, solunum demek, aynı kökten. Zil çaldı mı nasıl etekleri zil çalarak dağılır sınıflar, soluk alsın öğrenciler diye. Soluk alma, hava alma. Nefaset var; o da nefis olan, leziz olan şeylerdir. Türkçemiz de onlardan biri değil mi işte!