Atatürk Orman Çiftliği

Atatürk Orman Çiftliği ile ilgili aşağıdaki satırlar Tezcan Karakuş Candan, Ali Hakkan, Gökçe Bolat’ın yazdıkları Kaçak Saray (Kırmızı Kedi Yayınevi, 2015) kitabından: “Atatürk Orman Çiftliği, emperyalizme karşı ulusal kurtuluş mücadelesi vererek kurulan Cumhuriyet’in kendi öz varlıklarıyla oluşturulan bir model. Bu model, bu gün hepimizin demokrasi ve özgürlükler mücadelesinde olmazsa olmazlarımız niteliğindeki değerlerimizi barındırıyor. Atatürk Orman Çiftliği laiklik, bilim, cinsiyet eşitliği, kamusal alan, sanayileşme, kendi kendine yetebilme, kalkınma, ortak yaşam, planlı kentleşme, nitelikli yapılaşma, paylaşım, yaparak öğrenme, kültür, demokrasi, mücadele ve barış gibi olmazsa olmazlarımızın kurucu mekânı haline gelen bir okul.” (s. 41) 1925 yılında, kimsenin dönüp bakmayacağı, istemeyeceği Ankara’nın çorak topraklarını ıslah etmek için kurulan üç çadırın anlamı büyük. Biri çiftlik sahibi Mustafa Kemal’e, biri çiftlik müdürüne, biri çalışanlara ait bu üç çadır, yokluğun, yoksulluğun ortasında bir ortak mücadele azminin ilk barınaklarıdır. Toprağın tohumla, fidanla buluşması, Kurtuluş Savaşı’ndan sonraki bir başka savaş... Padişaha ait değil,  halka ait bir kamusal alan, müthiş bir güzellik yaratılır kısa zamanda. Bu örnek olayı yazarlarımız güzel anlatıyorlar: “Milli ekonominin temeli ziraattır” diyen Mustafa Kemal Atatürk, tarım-insan ilişkisinde ilkel yöntemlerden kurtulunması gerektiğine inanmış ve yeni tarımsal tekniklerin uygulandığı bir tarım laboratuarı işlevselliğini hedeflemiştir. Daha sonra devlet eliyle kurulacak çiftliklere örnek teşkil edecek modeli de burada oluşturmuştur. Çocukluğumuzda adı kısaca Çiftlik’ti buranın; oraya gitmek ayrı bir heyecandı, daha trene biner binmez içimiz içimize sığmazdı. Yıllar sonra Çiftlik’e yakın bir semtte önce kiracı olarak oturdum, sonra ev aldım. Koşu için haftanın üç günü oranın yeşil ağaçları arasındaydım. Koşarken Gençlerbirliği futbolcularının arasına düşmüşsem; kendimi onların, Kemal Yıldırımların, Ali Tandoğanların, Eren Özen’lerin şamatasına kaptırır, saatlerce yorulmadan koşardım. Çok eskiden de, Yaşar Doğu’lar, Celal Atik’ler, İsmet Atlı’ların nefes açmak için buralarda uzun koşular yaptıklarını biliyorum. İsmet Atlı’nın 1960 yılında Roma Olimpiyatlarında, yaşamında hiç yenilgi tatmamış Tahti’yi yenmesini buradaki koşularına borçlu olduğunu hem kendisinden, hem yakın arkadaşlarından dinledim. Anılarımızın ortasına, bu büyük güzelliğin içine Kaçak Saray bir hançer gibi oturdu. Epeydir gitmiyorum, dönüp bakamıyorum oralara. Kaçak Saray kitabı yasa tanımazlığa karşı yapılan bir mücadelenin öyküsünü anlatıyor. Ankara üzerine romanlar yazan bir yazar olarak (gerçi Kaçak Saray yeni bir bela ama) böyle bir kitabı keşke daha eskiden okusaydım. Kitap geçen haftalarda Prof. Dr. Cemal Taluğ, Prof. Dr. Aziz Konukman, Prof. Dr. Çağatay Keskinok, Prof. Dr. Güven A. Sargı, Doç. Dr. Sonay Bayramoğlu, Prof. İlhan Tekeli’nin konuşmacı olarak katıldıkları bir toplantıda Ankara Mimarlar Odasında, aralarında Ankara milletvekili Aylin Nazlıaka’nın da bulunduğu kalabalık bir dinleyici önünde tartışıldı. Karşılaştıkları sıkıntılara, tehditlere rağmen mücadele veren yazarları yakından tanıdık, kutladık.Cumhuriyet’i kuranlar çorak yerlerde yoktan var ettiler, bugünküler ise var olan zenginlikleri, güzellikleri talan ediyorlar. Arada ne kadar büyük bir fark var.  Şimdi de gözleri ODTÜ’de, işin içine din iman filan bulaştırarak orayı da yağmalayacaklar.