Atatürk savaş ve barış -(TAMAMI)

Gazi Mustafa Kemal Atatürk Türk dış politikasının ana ilkesi olarak “Yurtta barış, dünyada barış ilkesi” ilkesini benimsemişti. Artık Türk dış politikası “İçeride terörle mücadele- sıklıkla müzakere- dünyada savaş!” şeklinde yürütüyor.

Atatürk 1931 yılında ülke seçime giderken CHP Genel Başkanı olarak yurtta ve dünyadaki gelişmelere en doğru tanıyı koyarak şöyle demişti, “Cumhuriyet Halk Partisi’nin kararlı siyaseti şudur: Yurtta barış dünyada barış için çalışıyoruz.” Bu kararlı siyaset tarzı uzun yıllar sürdü. Atatürk’ten sonra yerine gelen İsmet Paşa dünyayı kan ve gözyaşına boğan 2. Dünya Savaşı’ndan ülkesini bu ilkeye bağlı olarak korudu.

Bizim kuşak savaşı farkına varmadan yaşamıştır. Şeker yokluğundan çayı bulamaçla içtiğimizi, ekmeğin vesikaya bağlandığı, kaput benzinin bile bulunmadığı yılları anımsarız. Düdükler çalınca nasıl mavi kağıtlarla kaplı pencereleri kapattığımızı anımsarım. Bulunduğumuz Zonguldak’ın Kilimli Beldesi’nde pasif korunma gereği ışıklar söndürülür, canavar düdükleri duruncaya dek, gökte ışıldakları izlerdik. Savaşı bir oyun gibi geçirmiştik. Almanlar önce Polonya’yı ( 9 Nisan’da) sonra 10 Mayıs günü Fransa’yı işgal etti. Aynı sıralarda Türkiye- Suriye dostluk anlaşması imzalandı. Hitler’in dünyayı kana bulamaya başladığı günlerdi.

İsmet Paşa silah arkadaşının ilkelerine sadıktı ve savaşın sonuna dek de öyle kaldı. Askerimiz 36 ay sınır bekledi. Nüfusumuz 17 milyon 82 bin 950 idi.(1940) Tek bir neferin burnu kanamadı. Analar ağlamadı. Bunun nedeni gene o ilkeydi. Savaşa katılmamıza karşın Bulgaristan sınırına dayanan Hitler’den gelen mesajlara kafa tutan bir ülkeydik ve müttefiklerin yanındaydık.

Büyük Önder savaş ve barış hakkındaki görüşlerini daha 1. Dünya Savaşı biter bitmez ABD’li Gazeteci İsaac Marconson’a şöyle anlatıyordu:

“Biliyor musunuz? Avrupa’da barışı ve yeniden yapılanmayı engeleyen nedir? Sadece şu: Bir milletin diğerine müdahalesi. Daha önce bahsettiğimiz haris, bencil milliyetçiliğin bir parçası. Bu ekonominin yerine siyasetin geçmesini doğurmuştur.(A.A.M.D.1.S-182) sonra eklemişti:

“-Savaşın ciddiyetini dikkate almayan kimi samimi olmayan önderler, saldırı araçları, Agent’ları olmuşlardır. Denetimleri altındaki ulusları, ulusçuluğu ve geleceği yanlış biçimde göstererek ve kötüye kullanarak aldatmışlardır. Eğer savaş bir bomba inflakı gibi birden bire çıkarsa milletler savaşa engel olmak için, silahlı mukavemetlerini ve mali güçlerini saldırgana karşı birleştirmekte tereddüt etmemelidirler.” (ASD, cilt: 3 Syf:92)

Atatürk yaşamı boyunca bir savaş kahramanı olmaktan daha çok bir fikir adamı, bir filozof ve dünyada barışı sağlamak isteyen bir lider oldu. Nitekim Balkan Konferansı üyeleriyle yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu:

“-İnsanları mutlu edeceğim diye onları birbirlerine boğazlatmak, insanlıktan uzak son derece üzünülecek bir yöntemdir. İnsanları mutlu edecek biricik araç, onları birbirlerine yaklaştırarak, birbirlerine sevdirerek, karşılıklı maddi ve manevi gereksinimleri karşılayan hareket ve enerjidir.” (AGY. 2, Syf:273)

Bugünün siyasetçileri hele, hele savaş çığırtkanlığı yapan liderlere Atatürk şu sözleriyle örnek olmalıdır: “Bütün beşeri anlaşmazlıkları barışla sonuçlandıracak olan girişimlere katılırız. Bunun dışında T.C.’ye bir empozisyon (baskı) olamayacağı tabiidir.”

İçinde bulunduğumuz durum ve savaşa destek verenler bu zamanın eskitemediği öğütlere dikkat ederlerse dünya yaşanabilir bir yer olur.

Şimdi öyle mi?

Hayır! O halde toplumsal bir direnişle siyasetin elinde olan halktan kopuk bu güç, mutlaka halkın eline geçmelidir.