Atatürk Yalnızdır...

Onları da anlıyorum, kolay değil... Maraş dondurmacısı gibi fes takıp ellerinde Amerikan telefonlarıyla Sultanahmet’te payitaht özlemi çekerken sosyal medyada zafer çığlığı atmak büyük sevinç ne yapsınlar. Anlıyorum: Hiçbir zaman sevmediler, sevmeyecekler! Ama çareleri yok. Atatürk düşmanlarının belirgin özelliğidir: Yenişemeyeceklerini bilir, yine de oradan buradan eşelenirler. Oysa çok açıktır, tarih kanıtlar: Atatürk’e karşı girilen her savaş baştan kaybedilmiştir. Beter sağcısı, PKK’lı leş solcusu, siyasal İslamcısı, Amerikan uşağı serserisi, sarhoşu, çocuk tecavüzcüsü, şeyhi şıhı, hocası durmadan tırmalar, beceremezler!

Bu solcusu bak: Çok zeki, esprili ve ileri derecede muhalif oldukları için büyük direnişin en önemli köşe taşı olan 23 Nisan’ın ardına, taptıkları sözde soykırımın, 24 Nisan’ın tarihini koyarlar. Türk edebiyatı yerine Türkçe edebiyat zırvasıyla gizliden Atatürk’ün koyduğu vatandaşlık tanımını deşip yanlarındaki yavşaklara yaranmaya çalışır, Türk bile diyemezler, öyle korkarlar babalarından... Böyle aydın var Türkiye’de: 19 Mayıs’ta, 29 Ekim’de, 10 Kasım’da köşesine sinip inceden susarak kendisine yeni renkler devşirir. Anlıyorum; yoksa Guardian’a nasıl makale yazıp Avrupalı yazar olunur: Tenzilatlı satış, pislik turizmi! Böylece daima rezil olurlar.

Al bu da sağcısı: Evvelce ne zaman cumhuriyet anılacak olsa kulağı, bacağı ağrırdı birinin, hatırlarsın. Niyazi Berkes, bir başka sağcının da bizzat şahit olduğu anısını aktarır. Demokrat Parti’nin küçük dağları biz yarattık dediği yıllardır. Türkiye’nin memuru olan bir zat, bir Amerikan kurumunda konuşmakta. Nutuktan sonra soru cevap faslına geçilir. Beyefendi resmi sözcü tavrı takınarak iddialı cevaplar vermekte. Gençten bir Batılı sorar: “Biz Kemal Atatürk’ü zamanımızın en büyük adamlarından biri olarak biliyoruz. Halbuki geçen hafta Time dergisindeki bir yazı onu korkunç̧ bir diktatör olarak gösteriyor. Türk makamları buna karşı ne diyor?” Türk sözcüsü şu cevabı verir: “Bizim Time dergisinin yazısına karşı bir itirazımız yoktur.” Anla! Aslında hiçbir zaman sevmediler bu yetim halk çocuğunu. Hiç!

Zira efendileri vardı, fonları, papazları; gözü yaşlı, sümüklü imamları, biraderleri, dernekleri vardı. Onun bunun kapısında yüzlerce yıl kul olup ruhlarını “terbiye” ettiler belki. Padişahları, hocaları, sarayları, tadına doyulmaz zenginlikleri vardı. Hiçbirinin kimsesizlerin kimsesi olmak gibi bir derdi yoktu, cumhuriyetin ilk on yılında olduğu gibi hiçbiri her şeyi kendimizden bekleriz demeye gönül düşürmedi. Her fabrika bir kaledir şiarı etek öpmekten zordu. Ne yapacaklardı yani. Halk aç olsa da, okuma yazma bilmese de, seçilip seçmese de, insan yerine konmasa da, çalışmaktan kanı emilse de kendini Tanrı’nın gölgesi bellemiş bir insana kul olmaktan memnundular.

Yüzyılların sömürü çarkına, çoğu zaman tek başına karşı koyan yalnız adamı neden seveceklerdi! Bu işler, eline kalabalığın önünde kılıç alıp söylev çektikten sonra zırhlı Mersedes’ine binip gitmeye benzemezdi. Pusuya düşmesin diye her köşeyi açıktan dönen kahramanla incelikli döşenmiş yavru sarayların beyleri aynı harçtan değildi. Kılıcı cidden eline alan adam, zamanında Ayasofya toprağını pisleten yedi düvelle kelle koltukta savaşmıştı çünkü. Savaşmayı denesene! Sokaklarda kaftan giyip gezinmeye benzemez o iş! Kan sıcaktır, şarapnel göz oyar, hakikidir yüzü ölümün. Bu arada baştan söyleyeyim, Ayasofya konusuna hiç girmeyecektim. Cami yapılmasından da zerre rahatsız değilim. Dünyada her dinsel yapı, kendinden önceki dinsel yapıları uydurur kendine. Bu sadece İslam’a özgü değil; Hıristiyanlar da Paganlara yaptı aynısını. Fakir için yapının özgünlüğü bozulmasın, sorun yok. Yalnız dikkat: El adamı da senin gurbetteki camini kilise yaparsa ağlamayacaksın!

Neden sevmediklerini anlıyorum Atatürk’ü. Cesaret gerek! İkbal kaygısı, gelecek endişesi vatandan aziz geliyor. Üstelik Atatürk yalnız biri... Neden onca derin sevilsin ki yalnız bir adam. Ne kadar yalnız hem. Zamanında meyhane masalarında ardından atıp tutanlar, artık her ne kadar bu halk çocuğundan yana çıksa da Atatürk yalnız. Kendi kurduğu partide, düşmanlarıyla yan yana yürüyenler var bugün, yalnız Atatürk. Adını, imzasını rakı bardaklarında, dövmelerde, tişörtlerde, ajandalarda görüyoruz ama en yükseldiği yıllarda bile Nutuk bir Elif Şafak kitabı kadar satamıyor; okutulmuyor okullarda. Yalnız Atatürk. Heykelleri var her yerde ama bir gece pisliğin biri gelip elinde baltayla saldırıyor. Kurduğu meclis bombalanıyor; kurduğu mecliste, onun kurduğu devlete katil diyenler maaş alıyor. Kolay değil, yalnız Atatürk. İşbirlikçi deniyor, darbeci deniyor, dinsiz deniyor, alkolik deniyor... Karşılık olarak üç beş tweet, geçiliyor.

Şaşılası olan, 1938’de maddi varlığı son bulmuş, hiç kandırılmamış, hiç satın alınmamış, hep memleketini düşünmüş yalnız adam, yalnız kaldıkça daha da büyüyor. Bunca gizli düşmanlık çok açıkken büyüyor hem de. Büyüyor okul bahçelerinin sabahlarında. Issız köylerde büyüyor, vardiyalarda. Onu tekrarlamaktan yılmayanların gür sesinde büyüyor. Tüm eserlerini yayınlayanların, basanların ellerinde büyüyor. Dağlarda asker çocuklarımızın gecelerinde gelişip serpiliyor yeniden. Hakkında Atatürk Orman Çiftliği’nde çoluk çocuğa da bira içirirdi diye yazabilen alçak entelektüellerin kalplerinde bile büyüyor gizliden. Çok yalnızsın Atatürk. Yalnız olduğun için daha kalabalıksın bugün. Ötekilerse senin karşındaki ezikliği bile senin kurduğun makamda yaşamaya mahkûm. Atatürk yalnız. Bugün yalnızca Atatürk...