Atatürkçü milli eğitim sistemi
Robot askerlerin devreye sokulma aşamasında olduğu günümüzde bilim ve teknoloji savaşları artık ön planda yer almaktadır. Bilim ve teknolojide geri kalmamak ve uygar milletler arasında yer alabilmek; bir ülkenin bağımsızlığı, güvenliği ve halkının refahı ile emperyalist saldırılara karşı en büyük silahıdır. Büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk, 1920'lerde bu gerçeği görmüş ve şu veciz sözlerle dile getirmiştir: “Eğitimdir ki bir milleti ya hür, ya müstakil, ya şanlı, ya yüksek bir cemiyet halinde yaşatır, ya da bir milleti esaret ve sefalete sevk eder.”
Bugün dünya ülkelerine baktığımızda eğitim seviyesi yüksek ülkelerin daha güçlü, bağımsız, kalkınmış ve yüksek refah seviyesinde olduklarını görebiliyoruz.
Büyük Atatürk, Kurtuluş Savaşı sonrasında, çok zor şartlar altında başardığı Türk Devrimleri arasında en fazla önem verdiği, şüphesiz Türk Milli Eğitimi olmuştur. Çünkü askeri sahada elde edilen başarıların, ekonomik, sosyal, teknik ve kültürel alanlarda da sağlanarak tam bağımsızlığa ulaşılması ve bunun devam ettirilmesinin eğitilmiş insan gücü ile mümkün olabileceğini gayet iyi biliyordu. Cumhuriyet'in emanet edileceği nesiller tamamen milli bir eğitim sistemi içinde yetiştirilmeliydi.
Atatürk milli eğitimin ve öğretimin gerekliliğine öylesine önem vermiştir ki; Kurtuluş Savaşı'nın yürütüldüğü, ölüm kalım mücadelesinin verildiği Sakarya Muharebesi'nden çok kısa bir süre önce, 16 Temmuz 1921 tarihinde cepheyi bırakıp Ankara’ya gelerek 1'nci Maarif Kongresi'ni toplamış ve açılış konuşmasında şunları söylemiştir:
“Şimdiye kadar takip olunan tahsil ve terbiye usullerinin milletimizin tarihi gerilemesinde en mühim bir amil olduğu kanaatindeyim. Onun için bir milli terbiye programından bahsederken eski devrin hurafelerinden ve kendimize yabancı fikirlerden tamamen uzak, tarihi ve milli karakterimizle mütenasip bir kültür kastediyorum. Çünkü milli dehamızın gelişmesi ancak böyle bir kültür ile temin olabilir.”
Bu sözleriyle Büyük Önder, devlet yapısındaki yaraları sarmak için gerekli çabaların eğitim alanında yoğunlaştırılması, eğitim verilirken Türklük anlayışına ters düşen yabancı kültür ögelerinden uzak durulması ve eğitimin milli değerlerimiz doğrultusunda yürütülmesi direktifini vermiştir. Böylece Cumhuriyet dönemine esas olacak temel ilkeleri ortaya koymuştur. Atatürk’ün Milli Eğitim Politikası'na ve Milli Eğitim İlkeleri'ne geçmeden önce Cumhuriyet'in devraldığı eğitim mirasına kısaca göz atalım.
OSMANLI EĞİTİM SİSTEMİ
Osmanlı döneminde en önemli eğitim kurumu sıbyan mektepleri ve medreselerdi. Bu kurumlarda önceleri dini bilgilerin yanı sıra pozitif bilimlere de yer verilmişti. Bu haliyle medreseler değerli ilim adamları da yetiştirmiştir. Ancak Osmanlı'nın gerileme ve yıkılış dönemlerinde medreselerin bu özelliği de bozulmaya, pozitif bilimlerin yerini dini eğitimler almaya başlamıştır. Dindeki esas kuralların yerini hurafeler, batıl inançların alması ile dini şahsi çıkarlar uğrunda kullananlar çoğalmış ve eğitim giderek yozlaşmıştır. Atatürk bu eski eğitim sistemi hakkında şöyle demektedir:
“Hiçbir mantık kaidesine istinat etmeyen birtakım ananelerin, akidelerin muhafazasında ısrar eden milletlerin ilerlemesi çok geç olur, belki de hiç olmaz. İlerlemede kayıt ve şartı aşamayan milletler hayatı makul ve ameli müşahede edemez. Hayat felsefesini vasi gören milletlerin egemenliği altına girmeye mahkumdurlar.”
Dönemin Avrupa’sında eğitim alanında başlayan gelişmeler ile iktisat ve sanayi alanında yapılan hamleler sonucunda ülkelerin güçlenmesi, halklarının refah seviyelerinin artması Atatürk’ün bu görüşündeki isabetliliği ortaya koyan somut olgulardır.
Osmanlı’nın çöküş nedenleri araştırılıp çözümler aranırken eğitim alanında bazı yeniliklere başlanmıştı. Tanzimat döneminde ordunun ihtiyacı olan teknik alanlarda yetiştirilmek üzere yurt dışına öğrenciler gönderilmiş, modern okullar açılmıştı. Dini eğitimi esas alan sıbyan mektepleri ile medreselerin yanında Rüştiye, İdadi ve Sultani adı altında genel eğitim kurumları ile teknik ve mesleki okullar da açılmıştı. Böylece dini ve dünyevi görüşe ağırlık veren iki tür eğitim sistemi ortaya çıkmıştı. Bunlara ilaveten dış ülkelerin misyonerlik faaliyetlerinin birere uzantısı olan yabancı okullar da açılmaya başlanmıştı.
Cumhuriyet öncesinde bu genel yapı kapsamında verilen eğitim geniş halk kitlelerine ulaştırılamamış, başta kırsal bölge ve kadınlar arasında olmak üzere koyu bir cehalet dalgası yayılmış, öyle ki halkın yüzde 90'dan fazlası okuma yazma bilmiyordu. Sözün kısası; Cumhuriyet Türkiye’si; nitelik olarak çok düşük ikili yapıda ve cinsiyet olarak da ayrılık esasına dayanan İstanbul ve birkaç büyük yerleşim yeri dışında eğitimle ilgili teşkilatı dahi olmayan bir eğitim enkazı devralmıştı.
Bu gerçekleri çok iyi görebilen Atatürk’ün daha Kurtuluş savaşı içinde iken eğitim meşalesini yakmıştı.
ATATÜRK’ÜN OLUŞTURDUĞU MİLLİ EĞİTİM PROGRAMI VE BU PROGRAMIN GETİRDİKLERİ
Mustafa Kemal’in 1911 yılında Bingazi’de binbaşı rütbesinde iken arkadaşlarına; “Bir gün ülkemin kaderinde rol alırsam sosyal bir darbe yapacağım. Ama ben halkın seviyesine inmeyeceğim, onu kendi bilgi ve kültür seviyeme çıkaracağım” diyerek milli eğitim konusunda ileride yapacaklarının özünü ortaya koyuyordu.
23 Nisan 1923'te TBMM'nin açılışından iki hafta sonra okunan Hükumet programında eğitimle ilgili yapılacak işlere yer vermiş, savaşın bitimiyle birlikte eğitim reformlarının yapılacağını açıklamıştır. Bu programda eğitimin; milli ruhu geliştirme, kendine güven duyma, girişim gücüne ve üretici fikirlere sahip olma, milli bünyemize uygun projelerin geliştirilmesi gibi temel prensipleri ortaya atıyordu.
Başarıya ulaşmak için sarsılmaz bir inançla başlayan milli eğitim mücadelesi 3 Mart 1924 de kabul edilen Tevhid-i Tedrisat kanunu ile büyük bir aşama kaydetmişti. Bu kanunla mektep-medrese ikiliği ortadan kaldırılarak eğitim-öğretim birleştirilmiş, okullarda dini eğitime son verilerek laiklik ilkesinin uygulanmasına başlanılmıştı. Atatürk, 30 Ağustos 1925'te Kastamonu’da yaptığı konuşmada laikliğe ilişkin düşüncelerini şu sözlerle ifade etmişti:
“Efendiler ve ey milleti iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müridler ve meczuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki yol medeniyet yoludur…”
Milli eğitim sistemini yeniden örgütlemek amacıyla 22 Mart 1926'da Maarif Teşkilatı'na dair kanun çıkarılmış ve bu kanunla tüm eğitim hizmetlerinin yürütülmesi belli esaslara bağlanmıştır. Yine bu tarihlerden itibaren modern yaklaşımlara göre hazırlanmış yeni öğretim programları öncelikle ilkokullarda uygulamaya konulmuştur.
1926'dan itibaren orta öğretim ücretsiz olmuş ve karma eğitim uygulamasına başlatılmış. Böylelikle kız ve erkek öğrencilerin bir arada öğrenim görmeleri sağlanmıştır.
1 Kasım 1928'de yeni harflerin kabulü ve Türk Alfabesi'nin oluşturulmasıyla eğitim-öğretimde yeni bir sayfa açılmıştır. Okullarda Arapça ve Farsça dil dersleri kaldırılarak modern dünyada geçerli olan İngilizce Fransızca ve Almanca dil dersleri konulmuştur.
Atatürk zihninde oluşturduğu makro eğitim planını adım adım uygulamaya koyarak modern bir eğitim sisteminin temellerini atmıştır.