Atatürkçülerde muhafazakârlaşma eğilimleri

Son yetmiş yılı Atlantik sistemine bağlı olarak yaşayan Türkiye, her düzlemde geçiş döneminin sancıları yaşıyor. Atlantik sistemi sadece devletin ittifaklarını ve güvenlik konseptini belirlemekle kalmamıştı. Aynı zamanda ideolojileri, toplumsal tahayyülü, kavramlara yüklediğimiz anlamları ve değer sistemimizi de belirlemişti. Şimdilerde Atlantik sisteminin düpedüz bölünmeyi dayattığı bir ülke olarak, bağımsız hareket alanı yaratma çabaları veriyoruz.

Atatürk sonrasında Türkiye’yi yönetenler başından beri kendi özgür akıllarıyla hareket edebilselerdi, Türkiye’nin nesnel çıkarlarının Atlantik sisteminde olmadığını görebilirlerdi. En başından beri komşu ülkelerle bölge merkezli bir dış politika yapmak ve Asya odaklı bir ittifak sistemine dâhil olmak yerine NATO’nun üvey çocuğu olmayı içlerine sindirdiler. Bu konumlanma, toplumsal ve kültürel değerleri belirlediği için, batıcılık şimdilerde yükselen Asya uygarlını keşfeden Türkiye’nin ayağındaki prangaya dönüşmüş durumda. Asya’nın ve dünyanın geleceğini doğru okumak, Türkiye’yi emperyalist batı sisteminden çıkarmak, geçmiş on yılların zihinlerde yarattığı kültürel değerleri ve toplumsal tahayyüllerin yeniden değerlendirilmesini gerektiriyor. Bu ise, batıcılığı bir veri olarak içselleştirmiş siyasal aktörler açısından bir hayli sancı çekmek anlamına geliyor.

Bana bu girizgâhı yazdıran, Mustafa Solak’ın son kitabı Atatürkçülük/100 Soru 100 Yanıt’ta okuduğum bazı alıntılar oldu. Konuşmaya gelince değişmeyen tek şey değişimdir demeyi pek seven siyasetçiler ve aydınlar, gerçekte somut durumun somut tahlilini yapma becerisine sahip olmadıklarını kanıtlıyorlar. Atatürkçü hassasiyetler adına, önyargılarına, ezberlerine ve seyirci olmanın konformizmine teslim olarak Atlantik sistemi ile işbirliğini savunan konumlara yerleştiler. Kitapta okuduğumuz kadarıyla bunlardan bir tanesi Türkiye’nin batı bloğundan kopmasını Atatürkçülük adına büyük tehlike olarak gördüğünü yazıyor. Cumhuriyet devrimlerinin temelini batıcılıkta görüyor. Bir diğeri için demokrasi kavramının içeriği batıda nasıl tanımlandıysa odur. Böyle bakınca Asya’da sadece diktatörlükler görülürken, HDP’yi savunmak demokrasi gereği oluyor. NATO’cu istikrar döneminin ilerici aydını, Türkiye Asya’yı keşfetmeye başladığında muhafazakârlaşıyor. Emperyalizme karşı söylem düzeyinde en cesur davrananlar, "sistem"le gerçek gerilimler yaşamaya başladığımızda, Atatürkçülüğü Tanzimatçılığa eşitlemeye kalkıyor.

Kitabın yazarı Mustafa Solak, okuyarak, yazarak, çalışarak eserler veren entelektüel bir öğretmen. Atatürkçülük/100 Soru 100 Yanıt bir Atatürk biyografisi ya da devrim tarihi anlatısı değil. Kitap, özellikle 2015 sonrası siyasal gelişmeleri içinde muhalif olduğu, demokrasiyi/laikliği savunduğu ya da Atatürkçü olduğu gibi iddialarla siyasal pozisyon belirleyen kesimlerin emperyalizmi kavrayışlarının yüzeyselliğine karşı bir tartışma. Erdoğan yönetimine karşı ne kadar sert muhalefet etmeye çalışırsanız çalışın, PYD’ye açıktan silah veren, Doğu Akdeniz’de tehdit yüklü tatbikatlar yapan, Ermeni Soykırımı iddiaları, dolar operasyonları vb ile Türkiye’ye diz çökertmeye çalışan ABD gerçeği karşısında, ilk düğmeyi yanlış iliklediyseniz, Atatürkçülük iddianız çökmeye mahkûm oluyor. Solak’ın kitabı, soru-cevap şeklinde düzenlenmiş biçimiyle, doğru cevapları vermenin, öncelikle doğru soruları sormayı gerektirdiğini bir kez daha görmemizi sağlıyor.

İçinden geçmekte olduğumuz dönem, Türkiye’nin sadece uluslararası ittifaklar sistemindeki yerini sorgulamakla kalmayacağı bir dönem. Bilinçlerimizi ve değer sistemimizi belirlemiş olan maddi koşullar değiştikçe yani Atlantik’ten kopuş devam ettikçe, emperyalist sistemin verisi olan düşünce tarzları ve değerler de değişmeye başlayacak. Türkiye borçlanma ekonomisi yerine üretim ekonomisini, yabancı hayranlığı karşısında milli gururu, yobazlık ve taassup karşısında bilimin yol göstericiliğini yeniden keşfetme yoluna girecek. Ancak bütün bunların kendiliğinden ve zahmetsizce olması mümkün değil. Yol boyunca ileri ile gerinin, tutarlı ile tutarsızın mücadelesi sürecek. İleri görünenin gerici çıkması, yola gerici olarak başlamış olanın ilerlemesi, kavramların içeriklerinin kim tarafından nasıl doldurulacağı, yol boyunca bize kılavuzluk edecek anlam haritasının kimler tarafından oluşturulacağı yolculuğun temel sorunları olacak. Yolu yol yapan bu mücadelenin, yani hareketin kendisi değil midir zaten.