Atatürk’ün bakışıyla çiftçi ve tarım

Yazımıza başlarken büyük kurtarıcı, ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ü ölüm yıldönümünde sevgi, saygı ve hasretle anıyoruz. Atamızı anmak onun ilke ve devrimlerine sahip çıkma ve çizdiği yolda, çağdaş çizgide ilerlemekten geçmektedir. Konumuzu tarımla sınırlı tutup, yüce Atatürk’ün çiftçiye ve tarıma verdiği önemi gösteren icraatlarını hatırlayarak, konuyla ilgili bazı sözlerini sunup bunların ışığında çiftçi ve tarıma sahip çıkılması ve korunmasının yaşamsal önemde olduğu konusunda görüşümüzü sunmaya çalışalım.
Konuyu çok kapsamlı sunma olanağımız olmadığına göre, Atamızın çiftçi ve tarıma verdiği önemi gösteren, hatırlatan ve bizlere uyarı niteliğindeki sözlerinden bazılarını hatırlatalım.
-Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür. O halde, herkesten daha çok refah, mutluluk ve servete hak kazanmış ve lâyık olan köylüdür. (1922)
-Eğer milletimizin büyük çoğunluğu çiftçi olmasaydı, biz bugün dünya yüzünde bulunmayacaktık. (1923)
-Köylü, hepimizin velinimetimizdir. Bu soylu unsurun refahını düşüneceğiz. (1931)
-Devlet, temel unsur olan çiftçiyi ve çobanı kuvvetlendirmek zorunluluğundadır. Bunu kuvvetlendirmek de, öyle sözle olmaz; kuvvetlenmesi arzuya lâyıktır, demekle de olmaz. Bilimin, tekniğin ve yüzyılın gerektirdiği araç ve gereçlere fiilen başvurmak gerekir. (1930)
-Millî ekonominin temeli tarımdır. Bir defa, memlekette topraksız çiftçi bırakılmamalıdır. (1937)
Bu birkaç değerli alıntı Atamızın çiftçiye ve tarıma sahip çıkılması gerektiğini bize gösteren açık ifadelerdir. Üzülerek bu konuda çok başarılı olduğumuzu söyleyemeyiz. Hatta Cumhuriyetin kazanımları olan birçok kurumu ve yerleşmiş politikaları yok ettik. Tesellimiz yaşadığımız olumsuzlukların, Atatürk ilkelerinin ve Cumhuriyetin kazanımlarının ne kadar önemli ve doğru olduğunu bize hatırlatmasıdır.

ÇİFTÇİMİZ HER ŞEYE KARŞIN ÜRETİYOR
İlgili veriler incelendiğinde 2018 yılında kırsal alanda yaşayanların oranı yüzde 7.7 ve tarımdan istihdam oranı yüzde 17.7 olarak gözükmektedir. Milli gelir içindeki tarımın payı da yüzde 5.8’e düşmüştür. Ancak bu verilerin gerçeği yansıttığı söylenemez. Günümüzde Türkiye’de nüfusun yüzde 50’den fazlasının kırsal kesimle ve tarımla bir bağlantısı olduğunu belirtmek ileri bir iddia olmayacaktır. Bu verilerin düşük çıkmasının nedenlerinin başında büyük şehir yasası gibi neredeyse zorunlu kentleşme uygulaması ile köylerin mahalle yapılmaları, tarımsal üretimde ve istihdamdaki kayıtdışılık yatmaktadır. Kuşkusuz bu durum 21. yüzyılda gelişmiş ülke iddiasında olan bir ülke için sağlıklı bir görüntü değildir.
Tarımsal üretim girdilerinde fiyat artışları karşısında çiftçi ürününü değerine satamazken, tarımsal ürünlerin piyasa fiyatlarının artmasıyla yanlış bir politika ile piyasanın ithalatla kontrol politikası çitçiyi büyük bir baskı altına almıştır. Gerçek enflasyonun yüzde 20’lerin çok üzerinde ve asgari ücretin açlık sınırının altında kaldığı, işsizlerin sayısının beş milyonu aştığı açıklanmayan bir ekonomik krizi yaşamaktayız. Şayet Türkiye’de bu ortamda sosyal bir patlama ve kitlesel bir toplumsal tepki ortaya çıkmıyorsa bunun başlıca nedeni, Türk toplumunun aile yapısı ve dayanışma bilinci ile birlikte, tüm olumsuz koşullara karşın, tarımda aile işletmelerinin çoğunlukta olması ve üretimin hâlâ devam etmesidir. Bunun en açık göstergesi, sonbahar aylarında yüksek nüfuslu merkezlere giden şehirlerarası otobüslerin bagajlarındaki çuval ve kolilerdir. Bu durum her yıl yaşanmakta ise de son yıllarda daha bir yoğunluk göstermektedir. Hatta görece ekonomik durumları iyi olan yazlıkçılar bile, mevsiminde gerekli ürünleri alarak kış için önemli hazırlıklar yapmaktadırlar. Hatırlanırsa, bu yıl Türkiye’de ilk defa konserve kavanoz kapağının karaborsaya düşmesi bunun bir göstergesi olmuştur.

ÇÖZÜM ÖRGÜTLENMEDE
Daha önceki yazılarımızda sıkça dile getirdiğimiz gibi maalesef Türkiye’de izlenen olumsuz politikalarda bir değişiklik ışığı gözükmüyor. Daha bir yıl bile olmadı, örneğin patates fiyatları yükselince ortalık ayağa kalktı. Depolar basıldı, tanzim satışları düzenlendi. Şu anda patates hasadı sürerken, tarlada patates 70 kuruşa düştü şimdi ne olacak? Bu fiyatın maliyetleri karşılamadığı kesin. Çiftçi, sadece hasat ve ambalaj masraflarını karşılayan bu fiyatla hasadı sürdürüyor. Bunun daha kötüsünü 1976’da yaşadık, patatesler ambarda kaldı. Çünkü fiyatlar ambardan dışarıya taşıma masraflarını bile karşılamamıştı. Çözümün destekleme alımı, tanzim satışı olmadığı kesindir. Benim hafızamda olan elli yıldır dile getirilen örgütlenme ve kurumsallaşma hayata geçirilmeden bu işin gerçek çözümü olamaz. Çiftçiler hem girdi hem de ürün piyasalarında pazarlık gücüne sahip olacak şekilde güçlü örgütlenmelidirler. Ancak, bu örgütler yoluyla yurt içi arz-talep yanında dış-satım potansiyeli de göz önüne alınarak, üretim planlaması yapılabilir. Örgütlenme yoluyla çiftçi, bir yıl önceden ne kadar ürünün, ne fiyattan satabileceğine ilişkin bir sözleşmeye sahip olabilir. Ancak, Türkiye’deki mevcut kooperatif ve birlik anlayışı ile başarılı olma şansı yoktur. Bu tür örgütlenmelerin, açıklandığı gibi üreticiye pazarlık gücü kazandıracak şekilde yasal ve özellikle finansal düzenlemelerle desteklenmesi gerekir. Hepsinden önemlisi bu çözüme bizzat üreticinin inanması ve gönüllü katılmasıdır.