Atatürk’ün liderliği ve Mehmetçiğin kalbimizdeki özel yeri

Bu vatan ne emeklerle kazanılmış… Son günlerde “Osmanlının Yıkılışı ve Birinci Dünya Savaşı” üzerine iki kitap okudum. Yazarları Eugene Rogan ve Rob Johnson. Önce onların Oxford’da “Osmanlı’nın Yıkılışı ve Birinci Dünya Savaşı” adlı konuşmalarını izledim. Daha sonra kitapları aldım ve sırayla okudum. 19 Mayıs Osmanlı’nın yıkılışını noktalayan ve Cumhuriyetimize atılan ilk adım...

Osmanlı Birinci Dünya Savaşında her sınırda savaşı kaybederken Çanakkale’de yazılan destanı bir defa daha anımsamak, paylaşmak, imkânsızın imkânlı olduğunu, en çetin savaşta bile insanlığı kaybetmemenin ne olduğunu bir defa daha anımsamak istiyorum. Otuzlu yaşlarındaki gepegenç Atamızın bir lider olarak savaşı nasıl doğru idare ettiğini, başarı için yaş ve tecrübenin de liderlikte ille de şart olmadığını burada görüyoruz. Liderliğin en yalın tarifi “Ortak bir amaca yönelik etkileme ve yöneltme becerisi”. Burada o ortak amaç Atamızın liderliğinde saldırı altındaki “Vatanı savunmak”…

Savaştaki liderliğin yanı sıra, Atamız gündüz savaştığı ama düşman olarak görmediği Anzac, yani çoğunluğu Avusturalyalı ve Yeni Zelandalı gençler için söylediği dostça, insanca, duygu dolu sözleriyle de tarihe geçiyor. Ve Avustralya’da çok seviliyor. Eugene Rogan’ın da büyük amcası 20’li yaşların başında bir genç olarak Avustralya’dan Çanakkale’ye geliyor ve ilk çıkarmalardan birinde, ayağını Türk toprağına basar basar basmaz ölüyor. Ailesi bu acının üstesinden hiç gelemiyor. Böyle bir acının üstesinden nasıl gelinir?

Bizim de bildiğimiz gibi, savaş o kadar uzuyor ve siperler o kadar birbirine yakın ki, Eugene Rogan’ın kitabında bizim askerler ve karşı tarafın askerlerinin savaşa ara verdikleri anlarda birbirlerine hediye yiyecek attığını okuyorum. Bizim Mehmetçik çoğunlukla fındık fıstık atarken, karşı taraf (düşman!) çikolata, konserve atıyormuş. Ve hoş tarafı: iki taraf da birbirine gerçek hediye yiyecek atıyor. Kalleşlik eden yok. El bombası, taş atan yok. Bozuk, zehirli yiyecek atan yok.

İşte çoğu 20’li yaşlarda olan bu çocuklar gündüzleri üstlerinin emriyle siperlerden fırlayıp kurşunlara koşarken, aralarında hayatta kalıp ertesi günkü ölümü bekleyenlerin akşam oyalanması böyle… Ölenler gepegenç canlar iken, onları ölüme itenler, yollayanlar, savaş alanında olmayan, tersine güzel, konforlu salonlardaki arka plandaki siyasetçiler, sermaye patronları… Onlar hiçbir zaman cephede değil… Cephede olup başarılı olabilenler ise Napolyon gibi, Atamız gibi lider oluyorlar…

Bu Avustralyalı gepegenç çocuklar medyanın da desteğiyle vatan millet söylemleriyle vatanlarını koruduklarını sanıp, binlerce kilometre ötedeki, bilmedikleri topraklarda savaşa gönüllü oluyorlar. Genç yaşlarının toyluğu, saflığıyla ve savaşın korkunçluğunu bilmeden binlerce kilometre ötedeki vatanlarından kopup gelmiş ve cansız bedenlerini bizim topraklarımızda bırakıp gitmiş, Mehmetçiğimize çikolata atabilen altın kalbe sahip çocuklar…

Water Diviner veya Gallipoli filmlerini izlemediyseniz Avustralyalı gönüllü olan gençleri anlamak açısından izlemenizi öneririm. Ya bizim Mehmetçiğimiz? Mertliğiyle kitaplara geçmiş, Atamızın liderliğinde vatanına yaşamını hiçe sayıp sahip çıkan gözü pek çocuklar… Rob Johnson’ın İngilizce kitabında, Türkçe “Mehmetçik” sözcüğünü kullanarak Mehmetçiğimize övgü dolu satırlarını içim sımsıcak okuyorum…

19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramını kutladığımız bu hafta Atamızı ve şehitlerimizi saygıyla tekrar anıyorum… Bayramımız kutlu olsun…