Attila İlhan'ın savaşı ve Türk aydınının yol ayrımı

“ve en padişah korkulara direnebilen

yepyeni bir mustafa kemal davranışı”

Tarih çağları, ilkokulun duvarlarını süsleyen çizelgelerden çok daha fazlasını anlatır. Çağ açıp kapamak, üretim araçlarının ve üretim ilişkilerinin değiştiğine işaret eder. Edebiyatın da çağları vardır. Edebiyatın çağları, bu üretim ilişkilerinin şekillendirmesi ile ortaya çıkmıştır.

EDEBİYATIN COĞRAFYASI

İlkçağ, destan çağıdır. İnsanın doğaya hâkim olma savaşı ve ilk devletlerin ortaya çıkışı, destanları yaratmıştır. Ortaçağ'da toprağa, ağaya, beye, krala, dine bağlılık şiiri geliştirdi. Fakat şiir, saraylara kapılandı. Kapitalizmin doğuş evresi ise bambaşka bir türü ortaya çıkardı. Aydınlanma, insanın aklının özgürleşmesi, bireyi merkeze alan romanın ortaya çıkmasına neden oldu. Şiiri kalıplardan kurtardı. Kapitalizmin Fransız Devrimi ile baskın üretim tarzı haline gelmesi, romanı zenginleştirdi ve yeni kavramları romana dâhil etti. “Roman işçi sınıfının tarih sahnesine çıktığı, sınıf savaşının en çok yükseldiği bir dönemde yaygınlaştı” da diyebiliriz.

Edebiyatın tür ve biçimleri aynı zamanda artı değerin geliştiği, zenginliğin olduğu ve üretim araçlarının bollaştığı bölgelerde ortaya çıktı. Destan, ilk devletlerin ortaya çıktığı Batı Asya'da doğdu, Orta Asya ve Avrupa'ya yayıldı. Aynı şekilde şiir de aynı bölgelerde gelişti ve zenginleşti. Romanı ise üretim araçlarının geliştiği Avrupa'da doğdu ve yayıldı.

HİNDERLENDI AVRASYA OLAN ŞAİR

Bu uzun girişi şu yüzden yaptık. Özellikle 1980 sonrası ekonomide neoliberalleşme beraberinde sınıfsız, insansız bir edebiyatı getirdi. Türkiye özelinde bu sistem, edebiyatın yeşerdiği toprağı kuruttu. Türk aydınını susuz bıraktı. Sınıfsızlık, küçük burjuvazinin buhranlarına yönelen içerikler çoğaldı. Ekonomide küreselleşme hedefi, edebiyata millilik karşıtlığı, emek ve sınıftan kopuş olarak yansıdı.

Bugün edebiyatımızda yaşanan kuraklığın köklerini Türkiye'nin Atlantik sistemine girişine ve kültür anlayışını aydınlanmadan koparılmış “Batıcılık” fikrine yaslamakta bulabiliriz. Ve Attilâ İlhan, böyle bir dönemde Tanrı'nın kılıcı olmasa da edebiyatın kılıcı olarak ortaya çıktı. Kendini bireyciliğe ve sınıfsızlaşmaya karşı toplumculuğa, Batılılaşmaya karşı yerlileşmeye ve millileşmeye adadı. Girdiği edebiyat tartışmalarında çürüyen Batıcılığa karşı, edebiyatın doğduğu, geliştiği toprakları esas aldı. İlhan'ın şiirde ve romanda hinterlandı, edebiyatın geliştiği Avrasya idi. Ezilen ulusları işledi, şiirlerine ve romanlarına mazlum dünyanın karakterlerini aldı.

Atillâ İlhan'ı 10 Ekim 2005 günü kaybettik. Aradan geçen 16 yıl sonra, dünyada ve Türkiye'de çağ değişiyor. Üretim merkezi Avrasya'ya kaydı. Üretim araçları, İlhan'ın şiirlerinde çizdiği hinterlantta gelişiyor. Üretim araçları ile birlikte, kültür üretimi de Asya başta olmak üzere ezilen ve gelişen dünyada yeşilleniyor, çiçek açıyor. Dünyada Avrasya çağı başladı. Bir anlamda, edebiyatta Attilâ İlhan'ın öncülüğünü yaptığı çağ açıldı diyebiliriz.

BİR GÜNLÜK AYDIN DEĞİL

Hüseyin Haydar, Aydınlık'taki köşesinden her seferinde çağrı yapıyor şairlere. Haklı olarak soruyor, “Vatan savaşının neresindesin?” diye. Postmodernizmin kuruttuğu kültürel zemin, aydını da doğrudan etkiledi. Aslında son dönemde her Türk şairinin, romancısının, edebiyatçısının, aydının konjonktüre yenik düştüğü bir dönemden geçiyoruz. Türkiye'de çelişkilerin keskinleşmesi, aydının bastığı toprağı da ayaklarının altından kaydırıyor. Dört bir yandan esen sert rüzgârlar, şairi-yazarı oradan oraya sürüklüyor. Önünü göremeyen aydın, bir günlük aydın konumuna düşüyor.

Attilâ İlhan'ın en büyük eksikliği kuşkusuz örgütsüz olmasıydı. Fakat en büyük farkı, yerli ve millî kültür konusunda verdiği mücadeleyi bilimsel bir temelde ele almasıydı. O günlük rüzgâra hiçbir zaman kapılmadı. Çünkü “Kaptan”, rotasını doğru belirlemişti. “Ulusal Kültür Savaşı”nı bilimsel temelde vermesi, bugün Attilâ İlhan'ın tezlerini doğruluyor. Şair ve yazarlar için yeni üretim alanları, yeni ufuklar ortaya çıkartıyor. Bu yüzden kültür alanında yeni iklimin adına “Attilâ İlhan çağı” da diyebiliriz.

KÖR GÖZLE GÖRDÜ

“cinayeti kör bir kayıkçı gördü

ben gördüm kulaklarım gördü

vapur kudurdu kuduz gibi böğürdü

hiç biriniz orada yoktunuz”

“Cinayet Saati” şiirinde böyle diyordu Kaptan. “Ulusal Kültür Savaşı”nda genellikle yalnız kaldı. Çünkü o gününün sanatçılarının dikkatini, millilik ve antiemperyalizm çekmiyordu. Yalnızlaşan bireyi ballandıra ballandıra anlatmak, o dönem şair ve yazarlarının isim yapmasını, daha fazla kazanmasını sağlıyordu çünkü. Attilâ İlhan'ın kör gözle gördüğü mücadelede hiçbiri yoktu. Uzunca yıllar boyunca da olmadılar. Bugün hâlâ yoklar. Kavgada olmayan şair-yazar, ya bir günlük aydın konumuna iniyor, ya da neoliberalizmin pençesinde tarihin çölüğüne gidiyor.

Attilâ İlhan, bütünüyle Batıcılık düşüncesini benimseyenlere, Batı blokundan kopma korkusu karşısında titreyenleri görse, dün olduğu gibi bugün de aynı tokat gibi yanıtı verirdi: “Türkiye müstemleke mi ulan!”

MİLLİLİK KAVGASI

Dünyada Avrasyacılığın kapısı aralandı bile. Üretim merkezi, Asya'ya, Batı Asya'ya ve oradan Avrupa'ya açılan bölgeye kaydı. Üretim merkezinin değişikliği beraberinde kültür, sanat ve edebiyatın da merkezi yer değiştiriyor. Artık üretim, millilik ve emek değerleri ile yeniden gelişecek ve kalkınacak bir edebiyat kapısı açılıyor. Attilâ İlhan'ın mücadelesini verdiği edebiyat birkaç yıl mutlaka sonra ağırlığını koyacak ve gelişecek.

Türk aydını için artık seçim dönemi gelmiştir. Hüseyin Haydar'ın çağrısına kulak verecek mi? Attilâ İlhan'ın “Ulusal Kültür Savaşı”na omuz verecek mi? En padişah korkulara direnebilen yepyeni bir Mustafa Kemal davranışı gösterebilecek mi? Yoksa şairin kör haliyle gördüğü cinayete sessiz kalacak, orada olmamaya devam edecek mi? İzleyip göreceğiz.