Avrupa'da son tango

Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Türkiye'yi siyasi denetim kapsamına aldı. Ülkede kıyamet koptu. Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere Hükümet'e yakın çevreler açtı ağzını yumdu gözünü! Ama birkaç gün sonra (29 Nisan 2017) Malta'daki Dışişleri Bakanları toplantısına Sayın Bakanımız Çavuşoğlu koşarak gitti. Almanya'nın çiçeği burnunda yeni Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel yatıştırıcı bir konuşma yaptı. Fransa da Almanya'ya uydu. Birdenbire NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg Türkiye'nin amigoluğunu üstlendi: "Türkiye NATO'nun bel kemiğidir!"

AB YÖRÜNGESİNDE TÜRKİYE

Tuzağa düşürülen Türkiye yörüngede tutulmalıydı. Türkiye'nin beklenmeyen bir hamlesi önlenmeliydi! Avrupa bütün pis işlerini Türkiye'ye yaptırıyordu. Son olarak AKP'nin acemi kadrolarını kandırmış, güzel ülkemizi Avrupa'nın mülteci oteli yapmışlardı. Genel olarak ABD önderliğindeki Batı'nın, özel olarak AB'nin Türkiye stratejisi hiç değişmedi! Türkiye ne içeri sokulacak ne de uzaklaşmasına izin verilecekti. AB dizginlerini eline aldığı Türkiye'yi hem sömürecek hem de bütün ulusal çıkar alanlarına darbe üzerine darbe indirecekti. Türkiye'de AB'den beslenen sermaye siyaseti de denetliyor; bu bozuk düzeni sorgulayan yapıların sesi kesiliyordu. Türk milletinin en azından yüzde 60'ı AB'ye karşı iken TBMM'deki tüm partiler AB'nin 12 yıldızlı mavi bayrağını sallıyordu.

HİMMETE MUHTAÇ DEDE!

Peki, AB'nin uzun yıllar içinde iyice açığa çıkan ve uçuruma doğru sürüklenen rotası niçin milletten gizleniyordu? Dünya çapında örgütlerde çalışan, 6 değerli kitap yazan Kalkınma Uzmanı Sayın Bartu Soral şunu söylüyor: "Kalkınma Anayasası'nın birinci maddesine göre dünyada bir ittifaka girip kalkınan tek bir ülke bile yoktur. Kalkınma bir ülkenin özgün ekonomi stratejileri ile olur!" Kaldı ki AB üyesi olup kalkınan bir ülke var mı? İsterseniz, AB'nin kendi rakamları ile konuya mercek tutalım:

AB'nin 2008 yılında toplam büyüklüğü 19 trilyon dolardı. 2015 yılında bu rakam 16 trilyon dolara düştü. Demek ki bir büyümeden değil, bir küçülmeden söz edilebilir! 2004-2015 yılları arasında ülkelerin dış ticaret açıkları dudak uçuklatıyor: Portekiz 228, Yunanistan 394, İspanya 772, Fransa 774, İngiltere 1 trilyon 600 milyar avro! Kazanan tek ülke Almanya! Aynı dönemde 2,329 trilyon avro dış ticaret fazlası verdi. Dev süpermarket karşısında bütün bakkallar kepenk indirdi! Boşuna mı İngiltere AB'den ayrıldı; boşuna mı Marine Le Pen'in Ulusal Cephe'si Fransa'da birinci parti oldu! AB'yi en iyi şöyle özetleyebiliriz: "Toplam gelir düştü, cari açık büyüdü, borçlanma arttı!" Akıllara şu özdeyiş geliyor: "Kendisi himmete muhtaç bir dede, nerde kaldı başkasına himmet ede!" Böylesine baş aşağı giden bir topluluğa, hem de egemenliği devrederek girmek isteyenler kimin adına hareket ediyorlar?

TAM BAĞIMSIZLIK VE MİLLİ EGEMENLİK

Atatürk diyor ki, "Türk devletinin dayandığı esaslar tam bağımsızlık ve kayıtsız şartsız milli egemenlikten ibarettir. Tam bağımsızlık denildiği zaman, siyasi, mali, askeri, iktisadi ve her konuda tam bağımsızlık kast edilmektedir. Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklalden mahrum bir millet, medeni insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık sayılamaz!"

AB'nin 2015 ve 2016 yıllarındaki Türkiye İlerleme Raporları ülkemize düşmanlık belgelerinden başka bir şey değildir. Bu raporlarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin bağlayıcı kararlarına rağmen Soykırım Yalanı konusunda Türkiye suçlanmaktadır. Diğer bir ifade ile Türkiye karşıtlığı söz konusu olunca AB kendi hukukunu bile çiğnemektedir. Kıbrıs'tan Ege'ye Türkiye'nin bütün ulusal çıkar alanlarına AB düşmanca saldırmaktadır.

Bu koşullar altında ulusal onur ve gurur duygusu çok yüksek olan Türk milleti AB'nin kapısındaki kulübede bekletilemez! Türk'ün egemenliğini devretmek hiç kimsenin haddi değildir! Bu büyük millet değil yolunu şaşıran AB'nin, dünyadaki hiçbir gücün siyasi denetimini kabul etmez! AB ile genel olarak AB ülkeleri ile de tek tek ilişkiler tabii ki yürütülecektir. Ama bu ilişkiler tam bağımsızlık ruhu içinde ve karşılıklı çıkarlar çerçevesinde şekillendirilecektir. İşte bu nedenle Türkiye'nin Vatan Partisi'ne ihtiyacı vardır!