Avuntusuz yaşam...
Eğer kendinizi yeryüzü gezgini kılmışsanız, zaman zaman da belleğinizde iz bırakan yerlere/mekânlara dönükse yolculuklarınız, yüzleşmeden edemiyorsunuz.
Kiminle mi?
Önce kendinizle elbette. Sonrasında ise ait olduğunuz yerle, aidiyet duygunuzu var eden her şeyle...
Bir kimlik sorgusunun ötesinde anlamaktır derdiniz böyle durumlarda. Kimiz/neyiz/niçin böyleyiz demeden de anlamaya varılamıyor ne yazık ki!
Bir yeri yazmak, bir yeri adlandırarak anlatmak yerine yakın zamanlarda çıktığım yolculuklarda uğradığım beş kentin gerçekliğine bakarak hissettiklerimi paylaşmak isterim sizinle.
KİMLİKSİZLEŞME
Türkiye küresel dünyanın uydusu olalı beri her alanda çözülmeyi yaşıyor. Bugün biz sonuçlara bakıyor, görüyor, yorumlar yapıyoruz. Oysa büyük resme baktığınızda ülkenizin can alıcı sorunlarının nerelerden kaynaklandığını pekâlâ görebiliyorsunuz.
Anadolu’da gittiğiniz her yerde tarım ülkesi olmanın damarlarının nasıl kesildiğini görmeniz mümkün.
Yıllardır sahip çıkılamayan Anadolu bir ânda hamasetin ve inancın yurduna dönüştürüldü. Bir yanda milliyetçi söylem ötede ise cemaat ve tarikatlar eksenli bir inanç sömürüsü. Siyasetin ve ekonominin gelip düğümlendiği nokta da burası.
Fetih düşüncesinden savaş çığırtkanlıklarına uzanan aşırı ırkçı söylemlerle, var olan ulusal kurtuluş savaşının ruhunu/gerçekliğini başka bir boyuta çekerek, adeta “şehit edebiyatı” ile toplumu manipüle etmek.
Doğu’ya, daha da Doğu’ya gittiğinizde karşınıza çıkan bu.
Henüz vatandaşlık bilincini yerleştiremediğiniz insanlara ümmetçi bakışı, bu “sünnet”tir diyerek empoze etmek.
NEFRET KÜLTÜ
Svetlana Aleksiyeviç İkinci El Zaman kitabında Sovyetler’in nasıl çökertildiğini anlatır. Hem içerden hem de dışarıdan bunun nasıl kotarıldığının öyküsünü okumak, bilmek önemlidir. En azından “tarih ders veriyor” dersiniz. Bu kendi Cumhuriyet’imiz için de söz konusu bence.
Evet, Aleksiyeviç’in ülkesi için söylediği bizim için de pekâlâ geçerli: Değiştikçe kendinden nefret eden bir topluma dönüşüyoruz. Değerlerini yetirmekle birlikte köksüzlüğe itilme, yabancılaşma, çöküş ve yozlaşma her şeyin geçer akçe olduğu bir “yeni Türkiye yaratma” sanrısını yüzyılın hastalığı olarak yeni kuşaklara taşıma. Bir virüs aslında bu. Yıkıcılık, nefret, değersizleştirilme.
KORKU VE YILKI
Anadolu’nun içlerine vardıkça avuntusuz bir yaşamın izlerini gözlemeniz mümkün. Yani bırakılmışlık, iğretilik, kopuş... Var olan bir gerçeklikten söz ettiğinizde ise sinikleşen bir korku ifadesi beliriyor gözlerde.
Toprağı yağmalanmış, mesleksizleştirilmiş bir toplumdan söz ediyorum. Size gidip gördüğüm yerlerin fotoğraflarından yalnızca birini burada göstermek istiyorum. Adı bende saklı. Bir ilçe kütüphanesi. Adının önüne “şehit” sözü eklenmiş bir yer:
Görülüp gözlenen şu ki; insanlar tıpkı işe yaramaz atlar gibi yılkıya bırakılmış adeta. Herhangi bir şeyden söz ettiğinizde ise suçlu gibi başlarını öne eğip korkuyla bakıyorlar size.