Aydın Menderes
Aydın Menderes, yazı ve siyaset hayatımda tanıdığım en değerli dostlarımdan biriydi.
Bundan dokuz yıl önce, 2011 yılının 23 Aralık günü aramızdan ayrıldı; Aydın Menderes’i 24 Aralık günü önce Ankara Hacı Bayram Camisi'nden ve ardından 26 Aralık’ta İstanbul Fatih Camisi'nden sonsuzluğa uğurladık…
“Aydın ağabeyle” ilk temasımız 2008’lerde başlasa da, ailesel bağlarımız çok daha eskiydi.
Rahmetli dedem M. Reyhan Gökmenoğlu ile merhum Adnan Menderes “dava arkadaşıydılar”.
Siyasetin vefayla kaim olduğu yıllardı: Adnan Menderes’i, toplumsal duyarlılıklar konusunda dostça uyarmakla birlikte, “gelmekte olduğu” giderek hissedilen “zor günlerde” yalnız bırakmamak için, evlerinde toplanan kırkı aşkın milletvekilini istifadan vazgeçirmişti.
BABALAR VE 'EVLATLARI'
Rahmetli dedemin Tahkikat Komisyonunda oyu ve onayı yoktu, ancak Yassıada’da arkadaşlarıyla aynı yazgıyı paylaşırken;
“Kerelerce sordunuz ya Hakim bey… Yazın öyleyse, benim de oyum var sayın!” demişti.
“Oğulları” için babaları, biraz da dedeleri ilk kahramanlarıdır.
Sanırım Aydın ağabey için de aynı olgu geçerliydi…
Siyaset yaşanılan bir evde devlet konuşuldukça halkın sevgisi insanın içine işler.
“Dede evinde” siyaseti gözlemledim, büyük bir denizci olan rahmetli babam İbrahim Kırmacı’dan halk ve Atatürk sevgisini, saygısını öğrendim.
Aydın Menderes ‘ağabeyle’ ise, hayata farklı pencerelerden baksak da; Atatürk’te ve Cumhuriyet’te birleştiğimizi gördüm…
İSMİYLE MÜSEMMA
Aydın Menderes her düşünceyi özgürce dinleyen “ismiyle müsemma” bir insandı...
Ankara Ümitköy’deki evinde bazen ziyaret ederdim; Türkiye’yi ve dünyayı konuşurduk.
Kapıyı bir yardımcısı açar, beni nazikçe içeri davet ederler, cefakar eşi Ümran hanımefendi salon kapısından “merhaba” der “hoş geldiniz” diye selamlar gider, hemen sonra da salona Aydın ağabey gelir ve sağolsun ben ayrılırken kapıya kadar uğurlardı... Geçirdiği kaza sonrası elektrikli sandalye kullanıyor, bilgisayar başta son teknolojiyi yakından takip ediyor, bir web sitesi oluşturmanın yanı sıra, çeşitli gazetelerde makaleler yazıyordu.
HATIRALARA ZAMAN YOK!
CHP’ndeki Bilim Y. K. Platformu Koordinatörlüğü görevimden çoktan ayrılmış, bir grup akademisyen ve siyasetçinin katılımıyla İnsancıl Sol haber/yorum sitesini kurmuştum.
Aydın ağabey siyasete ilişkin görüşlerimi dikkatle, ilgiyle dinler; kendisi de genel ve güncel politik olaylar ve olgular hakkındaki görüşlerini yetkince ifade eder; nihayet belli sentezlere vararak ve “hatıralara” bilerek çok az zaman ayırarak, söyleşilerimizi tamamlardık.
Hatıralara “az zaman ayırırdık”, çünkü “hatıralar” hüzün demekti!
Türkiye’nin ise yapacak çok işi vardı!
'ÖZGÜRLÜĞÜN DENGESİ' BAĞIMLILIĞIN AĞIRLIĞI
Demokrat Parti, sevabıyla hatasıyla tarihe mal olmuştur. Çok partili sürece geçişte devlet ve halk bütünleşmesine katkısıyla birlikte gelişmesi umut edilen “hürriyetler / özgürlükler”, iktisadi boyutta önemli ölçüde gerçekleşirken, siyasi boyutta ne yazık ki aynı ölçüde gelişmedi. O arada, sanayileşme çabaları hızlandı, refah talep edebilen bir toplum doğdu; köyden kentlere aktı…
Ne var ki, demiryolu yerine karayolunun izleğinden dışa bağımlılık ve dolar üzerinden borçlanma giderek arttı. “Kore’de kendimize ait olmayan savaşa sürüklenişimizle” ve ama öncesinde İkinci Dünya Savaşı sonlarından başlayarak hayatımıza her geçen gün daha yoğun giren ABD’nin ‘etkisini’ belli bir dönemeçte “dengelemek çabası” Adnan Menderes için ‘emperyalist öfkenin’ birikmesine yol açtı.
ÖZELEŞTİRİ ve SINIF BİLİNCİ
Tarihimizle sabittir: Yurtiçinde beraberliğimiz zayıfladıkça, dışarıdan saldırılar yoğunlaşır. Fakat başka bir konu daha sarihtir: İktidarlar için ‘sorun yönetimi’ sorun haline gelmeye başlarsa, muhalefet refleksi, muhalif partilerle toplum arasında daha çok paylaşılmaya başlar. Gerçekten, izleğinde basın özgürlüğü, üniversite özerkliği, yargı bağımsızlığına ilişkin “ileri” bir Anayasanın yapıldığı 27 Mayıs dönemecinde, siyasi özgürlüklerin kullanım alanlarının (cepheleşmeler yoluyla) daralması ve meydana gelen kimi acı olaylar önemli bir tartışma ve eleştiri konusu olmuştur… Daha da ötede, muhalefetiyle iktidarıyla Türkiye siyasetinin (günümüze de sirayet eden) bir başka özensizliği özeleştiri yoksunluğudur. Buna ek olarak, sınıf bilincine ve iktisadi akla dayalı olmayan duygusal bir siyasettir bizimkisi…
'BABAM İŞ BAŞINDA OLSA DENİZ’LER İDAM EDİLEMEZDİ'
Aydın Menderes söyleşilerimizde, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamından büyük üzüntü duyduğunu defalarca belirtmiş ve vurgulamıştır: “Babam (Adnan Menderes) iş başında olsaydı, Denizler asılmazdı” demiştir. Bu görüşünde samimi olduğuna tanıklık ederim.
O dönemdeki siyaset kadrolarının sonrasındakilerle mukayese bile edilmeyecek kalitede olduğunu düşününce ve halkımızın önemli bir kesiminin sevdiği, inandığı bir ‘siyasetçi’ olan babasını dramatik bir şekilde idam sehpasında yitirmiş bir evladın bu sözlerini işitince etkilenmemek mümkün değildi…
Aslında bazen siyaset susmalıdır, insanlıksa asla susmamalı; her zaman konuşmalıdır!
Ne ki, yıllar sonra Meclis’te “3’e karşı 3” nidalarıyla “Denizlerin idamına evet” diyenler arasında sağdan olduğu gibi CHP’den de milletvekilleri vardır. Bu da feodalitenin sağcısı-solcusu olmaz, ancak demokrasi kültürüyle çağdaş bir yurttaş olunur gerçeğinin kanıtıdır.
'VARSA BİR HAKKIM HELAL OLSUN'
Aydın ağabeyle söyleşilerimizden birinde (ilk ve son defa) sormuştum: “Babanızı idama götüren süreci ve yaşadığınız bu acıya neden olanları gönlünüzde affediyor musunuz?”
Sesi buğulandı, gözleri, sözleri değil; bakışları sertleşti: “Hayır!” Devam etti; “Fakat ailem ve şahsım adına Milletimize varsa bütün haklarımızı helal ediyorum”…
Türkiye’nin sancılı gelişmesinin yol açtığı travmalardan payını fazlasıyla alan ancak yine de vatanına ve demokrasiye olan inancını daim ‘hayatta tutan’ bir aydın olarak Aydın Menderes, yaşasaydı eğer, toplum sorunlarının çözümüne ve yakın tarihimizin yerli yerinde değerlendirilmesine katkılar sağlamaya devam ederdi…
DEVRİMLERİMİZ İNANCIMIZLA BAĞDAŞIR
Aydın Menderes, Türkiye’nin Atatürk Devrimiyle elde ettiği büyük kazanımlarıyla Anadolu kültürünün muhafazakar gelenekleri arasında çatışmaya değil “barışıklığa” ve bağdaşırlığa inanıyordu. Bu anlayıştaki bir siyasetin taşıyıcı sütunu olarak merkez sağ siyaseti benimsiyor, o arada, dinsel sömürünün her biçimine karşı, çağdaş ve özgürlükçü eğitime ve devlette liyakata önem veriyordu. Herkesin, her kesimin hatalarından ders alması gereğini ilerlemenin anahtarı olarak görüyor, özeleştirinin önemine vurgu yapıyordu. Siyasete siyaset dışı alandan “müdahalelere” karşı olduğu kadar, her türlü tahakküme de karşıydı. Hukuk devleti ilkesi ve özgürlükler temelinde ülkemizin hızla kalkınmasına dair düşünce üretmeyi görev edinmişti…
DEMOKRASİ ÇİZGİSİNDE BULUŞMAK
Özgürlüklere sahip olmak kadar onu korumak da esas olmalıdır. Gerçekten benim 1998’den bu yana temellendirmeye katkı verdiğim, insancıl sol anlayış, 27 Nisan e-bildirgesini ilk anda ret etmiş, Ak Parti’nin kapatılmasına itiraz etmiş, Ergenekon, Balyoz kumpaslarına daha başından karşı durmuş ve mağdurların özgürlüklerini gece gündüz savunmuştur.
Eminim ki, Aydın Menderes yaşasaydı, bu tepkilerde birleştiğimiz gibi, ‘dini kullanan siyasetten, siyaseti kullanan din eksenine evrilen yapılanmanın’ 15 Temmuz’da ‘kalkıştığı’ askeri darbeye daha ilk saatlerinde açık ve net tavır alan insancıl sol anlayışla yine aynı çizgide buluşurdu.
KURUMSALLIKTAN UZAKLAŞAN SİYASET
Ne Aydın ağabeyin, örneğin, ne de 68’lilerin, gençlik çağında içinde yer aldıkları veya özlemini duydukları siyasetten çok geçmemiş, eser kalmamıştır…
İlkeler, idealler, yanı sıra uygarca, kurallı siyaset anlayışı terk edilmiştir.
Bir örnek verelim: Demokrat Partililerin siyasi yasağı, “Demokrat Parti’nin devamı” olduğunu söyleyen Demirel’in değil, Bülent Ecevit’in affıyla kaldırılmıştır.
Gelin kuşkucu bir mantıkla nedenini irdeleyelim: DP’liler siyasete dönerse, Demirel’in birçok “adamı” belki de kendisi siyaset dışına itilebilirdi… Dönmeseler daha iyi idi!.
Karşı taraf için, DP’liler siyasete dönerse, Demirel (AP) bölünebilirdi! Dönseler daha iyi idi! Böyle de olmayabilir, her açıdan tartışılabilir, ancak, kurumsallaşmadan çok uzak olduğumuz tartışılmazdır.
MİRAS YEDİLER!
Aydın Menderes’in çocukken tanıklık ettiği siyaset de bugünkü siyaset değildir elbet!
Nicedir siyasette “devlet terbiyesi”, nezaket ve moral değerler unutulmuş, kimi zaman siyaset kişisel rant ve kümesel yağma kapısına dönüştürülmüş, her daim nitelikli kadrolar bir kenara itilmiştir.
Demokrat Parti’nin de CHP’nin de parti içinden ve dışından mirasını tüketen ve ülkemiz siyasetinde toplam kaliteyi tahrip eden çevreler, Türkiye’de siyasetin merkezinin değişmesine, o arada, özellikle gençlerin siyasetten uzaklaşmasına neden olmuşlardır.
Bir yanda Menderes’in dramı istismar edilmiş, diğer cenahta Atatürk sömürülmüştür!
Bunun nedenleri çok uzun analizlerin konusudur.
Türkiye talihsiz bir ülkedir; zamansız kayıplar yaşaması, halkımızın bahtsızlığıdır!
YASASINDAN PARTİSİNE…
Şunu da ifade etmeliyim: siyasette ‘ilerlemeyi’ örseleyen ‘ara rejimler’, en az çeyrek asırlık geri gidişlerdir. Bu med-cezir iklimi, rejim olağanlaştığında bile doğallaşmaya olanak tanımayan bir fırsatçılığa dönüşmüştür: Türkiye, halen siyasi partiler yasasını demokratikleştirmemiştir. Seçim barajı şemsiyesi altında kimi partilerde, disiplin düzeneğini parti içi iktidarlarını üretmek için kullanan bir üst yapı, belediye rantlarını üleşen bir orta tabaka ve medyanın simyasıyla taraftarlığı bağnazlığa varan bir alt tabaka görülmektedir.
GENÇLERLE GÜZEL GELECEĞE!
Bununla birlikte artık yeni bir dünya kurulmaktadır.
Türkiye’nin gelişmesi ve refahı geçmişi hakça okumaktan, geleceği halktan yana kurmaktan geçer.
Dış siyasetteki ve ekonomideki gelişmeleri etkilice değerlendirecek olan siyasal anlayışlar ve kadrolar, Türkiye’yi yeni bir yüzyıla taşıyacaktır.
Aydın Menderes’i rahmetle, hasretle yad ederken; siyasetin, vatanını ve milletini yürekten seven gençlerin omuzlarında yükselmesinin onun ruhunu şad edeceğine inanıyorum…