Aydın, yargı ve basın
Bir ülkeye diktatörlüğü, diktatörlük heveslileri değil, onlara boyun eğenler getirir. Ülkenin aydınları çeşitli gerekçelerle demokrasiye ihanet etmezlerse, totaliter idare asla kurulamaz.
Ülkesine ihanet etmeyen aydınların güvencesi de yargı ve özgür basındır.
Demokrasiyle yönetilen ülkelerde, diktatörlükler bir günde kurulamıyor. Önce ufak ufak, çekingen adımlar atılıyor, bu adımlar karşısında gereken direnç gösterilmezse bu kez adımlar hızlanmaya başlıyor.
Bu bir kehanet değil, 1932-35 Alman siyasetine bir göz atmak, olayların orada nasıl geliştiğini anlamak bize her şeyi açıkça gösteriyor.
Demokrasinin nimetlerinden faydalanarak iktidara gelenlerin kafasında totaliter bir rejim kurmak var ise önce çeşitli yöntemlerle basını sustururlar.
Basını susturmak işinde kendilerine yargı yardımcı olur. Ülkenin aydınlık insanlarını özgürlüklerinden yoksun bırakarak sustururlar.
Yargı mensupları/hakimler, hukukun evrensel ilkelerine, anayasaya, yasaya ve hukuka göre en önemlisi de vicdani kanaatlerine göre karar vermekten vazgeçerek, siyasi iktidarın gücü karşısında teslim olurlarsa, diktatörlüğe giden yolun da taşlarını döşemeye başlamış olurlar.
Böyle bir yargı düzeni kurulduktan sonra ülkenin aydınlanmış insanlarının en önemli sığınağı artık tahrip edilmiş, yok edilmiş demektir. O zaman şimdiden aydın olmanın gereğini yapmalıdırlar.
Tayyip Erdoğan ve emrindeki hükümet, kendi elleri ile ortadan kaldırdıkları, yargı bağımsızlığının kendilerine yetmediğini gördükten sonra Yargıtay ve Danıştay’ı da istediği çizgiye çekmek için yeni bir adım daha atıyor.
Ama ne aydını, ne siyasetçisi ve ne de gazetecisi yakın tarihi hiç bilmedikleri için, “ilk defa oluyor” diye saçmalıyorlar.
Türkiye’de Yargıtay ve Danıştay’da hoşlanılmayan Başkanlar, üyeler ilk defa Demokrat Parti iktidarı döneminde, 1954 yılında Emekli Sandığı Kanunu’nun meşhur 39. Maddesinde yapılan değişiklikle tasfiye edildiler.
Bunu tarihten husumet çıkartmak için değil, ders alınsın diye yazıyorum.
1982 Anayasası’nın 139. Maddesi hâkim ile savcıların azledilemeyeceklerine ve anayasada gösterilen yaştan önce emekli edilemeyeceklerine amirdir.
Tayyip Erdoğan ve şürekası yeni getirdikleri yasa ile anayasanın bu hükmünü ayaklar altına alarak, diledikleri Yargıtay ve Danıştay üyesini tasfiye edecekler.
Maalesef Yüksek Yargı mensupları bu “mesleki katliamı” tepki vermeden, sessizce bekleyerek atlatmaya çalışıyorlar.
Onların bu hali sonunda aynen Gestapo’nun komünistleri, sosyalistleri ve sosyal demokratları tevkif ederken durumu sessizlikle izleyen, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın diyen papazın sonuna benzeyecektir.
Tayyip Erdoğan hayata geçirmeye çalıştığı bu tasfiye olayını, “cemaatin yargıdan tasfiyesi” gibi sunmakta ve maalesef de destek bulmaktadır.
Bu tasfiyeler sonucunda Tayyip Erdoğan kendisine bağlı Yargıtay ve Danıştay’ı oluşturacaktır.
İşin acı tarafı, ne aydınların ne muhalefet partilerinin ve ne de basının işin bu noktaya varacağını göremiyor olmalarıdır.
Yargıda bir cemaat yapılanması söz konusu ise ki bu doğrudur, bunun suç ortağı Tayyip Erdoğan ve şürekâsıdır.
Bugün şikayetçi olunan düzeni beraberce kurdular.
Yargı, ülke insanı için en son ve en güvenli bir sığınaksa onun kimsenin yargısı olmaması, sadece adına hüküm verdiği Türk Milleti’nin yargısı olmasıgerekir.
Aydın, aydın olmanın sorumluluğunu hissederse, basın halkını doğru bilgilendirirse ve yargıç vicdanın sesini dinlerse hiç kimse bu ülkenin başına bela olamaz.
Bunlar, bu sorumluluklarını basit çıkarları uğruna yerine getirmezlerse, durum, çoban köpeklerinin kafeslere kapatıldığı, sürünün de kurtların insafına terk edildiği bir çiftliğe benzer.