Azerbaycan’da kaybediyoruz

Geçen hafta, sözde müttefikimiz Batılı ülkelerin FETÖ’cülere kol kanat germesini yazıp “böyle dost düşman başına” demiştik. Bir arkadaşım, “FETÖ’cüler Avrupa’da ellerini kollarını sallayarak geziyorlar da Azerbaycan’daki durum çok mu farklı” diyerek müstehzi bir mesaj atmış.

Maalesef bu cümlede doğruluk payı var. FETÖ ilişkili unsurlar, Azerbaycan’da hâlâ son derece etkinler. Özellikle Türk kurumlarının çevresinde yuvalanmaya, Türkiye’nin Azerbaycan’daki misyonunu adeta esir almaya çalışıyorlar.

Ancak bu kez sorun, -Avrupa’dakinden farklı olarak- Azerbaycan’dan değil, bizden kaynaklanıyor. Çünkü karşımızda her türlü işbirliğine açık, gerçek anlamda dost bir ülke var. Bizzat Devlet Başkanı İlham Aliyev “iki devlet bir millet” diyerek Türkiye’ye uluslararası ilişkiler anlamında açık çek veriyor. Akıllıca ve samimi bir çalışma ile Bakü çok kısa sürede FETÖ’cü faaliyetlerden arındırılabilir. Oysa tam tersi oluyor. FETÖ’cüler Azerbaycan’daki vatansever Türkiye vatandaşlarına kumpaslar, tuzaklar kuruyor.

Neden mi? Çünkü misyonumuz doğru düzgün çalışmıyor. Açık konuşalım, eski Büyükelçi Erkan Özoral zamanında ilişkiler doruk noktasına ulaşmış, 44 günlük vatan savaşına giden süreçte iki ülke arasında görülmemiş bir ortaklık düzeyi yakalanmıştı. Özoral’ın görev süresi dolduktan sonra Azerbaycan’daki Türk diplomasisi son derece pasif bir pozisyona geçti, adeta buharlaşıp yok oldu.

Konu sadece FETÖ ile mücadeleden de ibaret değil. Azerbaycan kamuoyunda Türkiye’ye yönelik eski ilgi yok. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başkan Aliyev’in özel görüşmeleri olmasa “iki devlet bir millet” şiarı gündeme bile gelmeyecek.

Türkiye, Azerbaycan’daki gündem kurma gücünü maalesef kaybetti. İki halkın ilişkileri basın mensubu arkadaşlarımızın ve Azerbaycanlı entelektüellerin özel çabalarına hapsoldu. Türk kurumları çok daha aktif olabilecekken adeta gizli bir el tarafından geride tutuluyorlar. Sanat ve kültür alanındaki ortak projeler duyulmaz oldu. Pandemi bittiğinden beri kapsamlı bir iş forumu bile düzenlenmedi. KKTC’nin tanınması ile ilgili çalışmalara ise hiç girmiyorum, çünkü öyle bir çalışma yok!

Uluslararası ilişkiler boşluk tanımıyor, sizin boş bıraktığınız yer başka bir güç tarafından dolduruluyor. Azerbaycan’da da Türkiye’nin zayıflaması Rusya’ya ve ABD’ye daha fazla alan açıyor. Dünyadaki süper güçlerin Türklerin birliği hakkında ne düşündüğünü söylememe gerek yok sanıyorum.

Hülasa, bizim için Manisa, Erzurum, Konya ne ise Bakü de odur. Bakü’de bu kadar başarısız oluyorsak dünyanın başka bir yerinde başarılı olmayı bekleyemeyiz. Dışişlerimizin önündeki en acil görevlerden biri Azerbaycan ile ilişkiler konusunun ele alınması olmalı.

BELEDİYELER VE KONSERLER

İzmir Büyükşehir Belediyesi 9 Eylül kutlamaları için Tarkan’a astronomik bir para vermiş. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ise 30 Ağustos’ta sahnede soyunması ile bildiğimiz Gülşen için kesenin ağzını açmış.

Bunlar CHP’li belediyeler. Bir de Ak Partililer var, Malazgirt Zaferi için Hande Yener sahneye çıkmış. Eyüp Sultan Belediyesi de 30 Ağustos’ta Haluk Levent’e konser verdiriyormuş.

Birincisi, milli günler ile bu şarkıcılar arasındaki ilişkiyi anlamak zor. Hadi Haluk Levent, Atatürkçü kimliği ile bilinen birisi, 30 Ağustos’ta çok sırıtmayabilir, diğerlerine ne demeli? Sultan Alparslan’ın zaferi ile Hande Yener arasında nasıl bir bağlantı var? Gülşen veya Tarkan, hangi “milli hassasiyete” denk geliyor?

İkincisi ve daha önemlisi, bunca ekonomik sıkıntı ile boğuştuğumuz şu dönemde kamu kurumlarının çalgı çengiye böyle kaynaklar aktarması ne kadar doğru? Misal, bu konserlere yüzbinler, milyonlar veren belediyeler işçilerine ne veriyor gerçekten merak ediyorum.