Babaların günahı

Bizim çocukluğumuzda anneler, “benim oğlum paşa olacak” diye sallarlardı beşiklerini. Çünkü o zamanlar bir anne için çocuğunun paşalık, düşlerin de ötesinde bir özlem, gökteki yıldızlar denli parlak ama bir o kadar da erişilmesi çok ama çok zor bir yerdeydi...
Zamanla ne annelerin salladığı beşikler, ne de ninnilerde paşa olunmasına ilişkin düşler ve istekler kaldı...
Çünkü her şey değişiyor, zamana uyum sağlama yarışının içinde yerini alıyordu. Buna giderek beşik sallayan anneler, ninnilere konu olan meslekler ve de düşlenenleri gerçekleştiren anlı şanlı paşalar da dahil oldu...
Kimi meslekler nedendir bilinmez -ya da çok iyi bilinir- diğerlerinden daha ayrıcalıklı, daha bir kutsal sayılır. Ya da biz onları kutsar konuma getiririz. Örneğin askerlik, öğretmenlik gibi... Oldum olası bu mesleklerden kötü birilerinin çıkacağı aklımıza hiç gelmez. Bunun için hiç gözümüzü kırpmadan bu mesleğe çocuklarımızı emanet ederiz. Biri öğretir, yetiştirir, diğeri güven verip korur bizi.
Kuşkusuz amacım, mesleklerin niteliklerini ortaya koyup onlar üzerine övgüler düzmek değil. Aksine asıl söylemek istediğime bir giriş yapmaktı.
Bugün yazılı ve görsel medyada, kimi annelerin beşiklerini sağlarken, “benim oğlum paşa olacak” ninnilerini gerçekleştirme olanağı bulan oğullarının durumlarını görüyoruz. Tek kelime ile acı veren bir durum. Acı sözcüğü; vatanlarına, milletine, mesleklerine ihanet etmiş olmalarından daha çok, annelerinin ninnilerine ihanet etmesinden ötürüdür...
Bu tür kişilerin eylemlerini ve de ihanetlerini -yaşananları düşündüğümüzde -savunacak tek bir canlının var olduğunu ve olabileceğini, hangi nedenden ötürü olursa olsun, hiç ama hiç sanmıyorum. Böylesine bağışlanmayacak, kabul edilmeyecek bir suçu işleyenler elbette ki bedellerini ödeyeceklerdir.
Peki, bir zamanlar, “benim oğlum paşa olacak” diye beşiklerini salladıkları çocukların düşlerini gerçekleştirdiğini görüp onlarla düne kadar gururlanan anababaların günahı ne? Sanırım, ateşlerin en büyüğü, paşa olan çocuklarının durumunu ekran ve gazetelerdeki fotoğrafları gören anababaların yüreğine düşmüştür.
Nasıl düşmesin ki! O düne kadar övünç duydukları çocukları; yalnızca halkının üzerine ateş açıp, bombalar yağdırmakla kalmayıp, bundan ötürü vatan haini de olmuşlar, temsil ettikleri mesleklerine, yeminlerine ihanet etmişler, dahası anababa ve çocuklarına bırakabilecekleri en kötü, en dayanılmaz ve de en kahredici bir mirası, hadi açıkça söyleyelim kahredici bir utancı da bırakmışlardır.
Ya o kişilerin çocukları... O da bu acının diğer katlanılmaz, kabul edilmez bir başka kahredici yanı... Babalarının meslekleriyle övünen, belki de ilerde babaları gibi olmayı arzulayan bu çocukların, babaların suçlarından ötürü toplum nezdinde birer suçlu konumuna düşmesi ve düşürülmesi (ya da öyle algılanması), ömür boyu, hatta kuşaklar boyu böylesine bir utançla yaşamaya tutsak oluşları da katlanabilecek, zamanla da olsa kabul edilecek ve de kaçılabilecek bir şey değil.
Bu durum, “babalarının günahı...” diye geçiştirilemez ama, haklı öfkemizin oklarına çocukları hedef olmamalı; suçlu olan paşaların, subayların suçlarını, çocuklarına ve anababalarına ödetmemeliyiz.