Babalarının malı gibi…-(TAMAMI)

Topkapı Sarayı’ndaki taht olayı üzerine bir yazı yazdığımızda birçok kişi bunun köşe yazısına konu olmayacak denli önemsiz olduğu vurgusunu yapma yanılgısına düşmüştü. Oysaki sözü edilen olayda, bir müdürün tarihi değeri olan bir tahtı kendi özel odasına götürmesinden daha vahim olanın, o müzeyi ve içindeki tüm tarihi değerleri babasının malı gibi görmesi olduğunun altını çizmek istemiştik.

Gerçekten de kimi yöneticiler, sahip olduğu tüm yetkilerini kullanarak kendilerini bir padişah ya da kral gibi görüp her bir şeyin emirlerinde olduğunu ve her bir şeye kolaylıkla sahip çıkabileceklerini, kendi mallarıymış gibi kullanabileceklerini düşünebiliyor. Bu tür düşünce tarzının, hangi neden-koşullardan kaynaklandığını, nerelerden güç alarak sahiplenme duygusunu pekiştirdiğini söylemeye gerek yok sanırım. Ama kimi yöneticilerde bu duygunun, en doğal bir hakmış gibi kabullenilip, diledikleri mekanda gelişi-güzel eyleme konulmak istenilmesi, çok ama çok tehlikeli kimi sonuçları doğurup üretebileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Yöneticilerin bu tür alışkanlıkları yeni değil. Geçmişte de, alternatifsiz olduğunu iddia eden kimi üst düzey yetkililerin, kimi müzelerden, kıyafet balosu ya da başka nedenlerle kimi eşyaları dışarı çıkarttıkları ve birçoğunu da iade etmedikleri bilinen gerçekler arasında. O dönemlerde kimi müze müdürleri bu uygulamaya karşı çıkma cesaretini göstermişlerse de pek başarılı olamamışlar, bir başka müzeye tayin edilerek susturulmuşlardı.


Evet… Daha önceki dönemlerde çok üst yetkililerin yaptıkları bu tür olaylar, günümüzde, onların altındaki daha küçük yetkilere sahip olanlar tarafından kötü bir gelenek olarak sürdürülüyor.
Topkapı Sarayı’ndaki taht olayından sonra, bu kez de Burdur Valisi’nin merkeze bağlı Günalan Köyü’ndeki camiden alıp kendi makam odasına aksesuvar olarak koyduğu 200 yıllık geçmişe sahip tarihi saat olayı gündeme geldi.


Bir vali, hiçbir gerekçe göstermeden, bir camiinin 200 yıllık geçmişi olan bir saatini alıp kolayca makam odasının duvarına koyabiliyorsa, o zaman burada, bir başka sorun ortaya çıkar ki, bu sorunun da korkutucu boyutlarını görmemek mümkün değildir. Çünkü vali, en üst yöneticisi olduğu ilin sahibi sanmaktadır kendini. Her şey kendi emrindeymiş, kendi mülkiyetindeymiş gibi davranma ve eyleme geçirme duygusu da bu aşırı sahiplenme yanılgısından kaynaklanmaktadır. Oysaki bu yetki ona, kişisel sahiplenmesi, özel hobilerini gerçekleştirip kendi zevklerini tatmin etmesi için değil aksine gelecek kuşaklara miras olarak bırakılıp, korunması için verilmiştir. Hiçbir kişi, kurum ya da zümre, yetki ve makamları ne olursa olsun, her bir kuşağın bir diğerine bırakacağı bu kültürel mirası, özel zevkleri, hobileri, hırsları, beğenileri, oturdukları koltukların onlara kazandırdıkları geçici kişilikleri ve de buna benzer nedenlerle kullanma hakkına sahip değildir.


Ama öyle olmuyor. Belirli bir görevi üstlenen kimi kişiler -yetki, makam ve unvanları ne olursa olsun- gelecek kuşakların, bir sonraki kuşaklara da miras olarak bırakmak zorunda oldukları kültürel mirasa da el koyup kendi zevkleri, hırsları, koltuklarının verdiği o anlaşılmaz, kabullenilmez ve bağışlanmaz olan garip bir cesaretle, umarsızca kullanmak, tüketmek, yok etmek istiyorlar.


İşin korkutucu tarafı ise bu tür değerleri sahiplenmeyi, kendilerinin en doğal haklarıymış gibi görmeleri. O değerleri korumakla görevli en üst düzey yetkililer bunu yaparsa, gerisini siz düşünün…