Babıâli baskını!

“İnkîlabın kanunu, bütün kanunların üstündedir.” (Atatürk, 1933) Neoliberal aydınlar, devrim düşmanı gericiler, Babıâli Baskını’nı “askeri vesayetin başlangıcı”, “bütün darbelerin atası”, “darbe geleneğinin miladı” vs. olarak gösterirler. “İçki” gibidir Babıâli Baskını, “bütün kötülüklerin anası”dır! Bunların hepsi boş laflardır, gerçek değildir. “Resmi tarihe karşı çıkmak” adına üretilmiş tezlerdir.
İttihat Terakki, seçkin kadrolardan, birikimli fedailerden oluşan bir 'öncü parti' idi.
Bu öncü parti, kendisinden sonra gelen Müdafaa-i Hukuk Teşkilatı, CHP ve sosyalistler dâhil, Türkiye'nin bütün devrimci partilerine örnek olmuştur.
En baştan söyleyelim:
Babıali Baskını olmasaydı İttihat ve Terakki iktidarı bütünüyle eline alamaz, orduda reform yapılamaz ve eski rejim yanlısı “alaylı” paşalar temizlenemez, modern ve disiplinli bir ordu kurulamaz ve o devrimci genç subaylarla Çanakkale zaferi kazanılamazdı. Babıâli Baskını olmasaydı Cumhuriyet olmazdı!

KOMİTACI OLMAK

“Unutma, komitacı olmak ayrıcalıktır. Sen komitacı torunusun.” Celal Bayar, İttihat ve Terakki’nin ünlü isimlerinden Yenibahçeli Nail’in torunu Nail Keçili’ye böyle der. O Yenibahçeli Nail ki, Babıâli Baskını’nda Enver Bey’in yanında yer alan fedailerden biridir.
İttihatçılara "komitacı" da denilir. Teşkilat-ı Mahsusa'nın ilk başkanı Süleyman Askeri Bey'in emrinde bir mülazım (teğmen) olarak çeşitli eylemlere katılan ve kendisi de bir komitacı olan Fuat Balkan komitacılığı şöyle açıklar: "Komitacılık denilen şey, bazılarının zannettikleri gibi soygunculuk, çapulculuk değildir. Aksine vatanseverliğin en müfritine komitacılık denir! Ve komitacı, vatan davası karşısında, her şeyini, hatta canını dahi feda eden, gözünü budaktan sakınmayan, tepeden tırnağa feragat kesilmiş insandır. Memleketinin ve milletinin menfaati gerektirdiği zaman merhamet bilmez, yakmak lazımsa gözünü kırpmadan yakar; yıkmak gerekirse yıkar, kırar döker! Taş üstünde taş, omuz üstünde kelle bırakmaz! Kaç defa böyle vaziyetler karşısında kaldık ve yapılması lazım olanı yaptık! Şimdi bakıyorum da, şu veya bu işte, cezri hareket etmemiş olsa idik, memleket kim bilir kimlerin ayakları altında kalacak ve bu şerefli millet kim bilir kimlerin esiri kalmağa mahkûm olacaktı.”
Türkçemizde çok güzel bir sözcük vardır, neredeyse unutulacak: “Fedakâran.” “Kendini ya da kişisel çıkarlarını esirgemeyen, feda eden, bir amaç uğruna canını vermeye hazır bulunanlar” anlamına gelir. Bir de “fedakâran-ı millet” vardır. “Millet uğrunda kendi çıkarlarını feda edenler.”
İttihat ve Terakki denilince ilk akla gelecek sözcük budur. İttihat ve Terakki, bir fedakârlar örgütüdür. “Komitacı” aynı zamanda fedai demektir. Babıâli Baskını ise İttihatçı fedailerin en gözü kara eylemidir.

ÖNCÜ PARTİ

İttihat Terakki, seçkin kadrolardan, birikimli fedailerden oluşan bir “öncü parti” idi. Bu öncü parti, kendisinden sonra gelen Müdafaa-i Hukuk Teşkilatı, CHP ve sosyalistler dâhil, Türkiye'nin bütün devrimci partilerine örnek olmuştur.
Kurtuluş Savaşı da o öncü modelle örgütlenmiştir. Gazeteci-yazar Taylan Sorgun'a göre, "Milli Mücadele'nin bütün komutanları, önde gelen sivil isimleri, ilk teşkilatlanmaları yapanlar, Anadolu'da şehir ve kasabalarda Milli Mücadele için direniş hareketini başlatan subay ve sivil isimler geçmişte İttihat ve Terakki'nin birer mensubu olmuşlardır. Gizlilik Dönemi'nde yeminli, sonraki dönemde 'Fırka Mensubu'durlar."
Babıâli Baskını, sayıları 50- 60’ı geçmeyen bu fedailerin, bu komitacıların eylemidir. Babıâli Baskını’nın gerekçesi olarak düşman kuşatması altında olan “Edirne’nin kurtarılması” gösterilmiştir. Kuşkusuz bu çok önemli bir etkendir, fakat eylemin asıl nedeni “Devrimi kurtarmak”tır. Babıâli Baskını olmasaydı 1908 Devrimi’nden eser kalmayacaktı.

‘UZAKTAN KUMANDA’ SİYASETİNİN SONU

Yönetmen Ziya Öztan’ın bir TRT yapımı olan "Abdülhamid Düşerken" adlı filminin senaryosu Nahit Sırrı Örik'in önemli romanı "Sultan Hamid Düşerken"den alınmıştır. Filmin tarih danışmanlığını Prof. Dr. Sina Akşin yapmıştır. Romanın ve filmin baş kahramanlarından “Paşa kızı Nimet” (Meltem Cumbul), dönek İttihatçı kocası Şefik’e şöyle der: “Siz İttihatçılar, iktidarı parmağınızın ucuyla tuttunuz. Oysa iktidar avuçlanmalıdır.” 1908-1913 yılları arası İttihat ve Terakki'nin, iktidarı "parmağının ucuyla" tuttuğu yıllardır. İttihat ve Terakki, 1908 devriminden sonra iktidarı bütünüyle ele alamamıştır.
1908’den sonra hemen her seçimde Meclis’te çoğunluğu kazanmasına rağmen iktidar olamamış, hükümetleri "uzaktan kumanda" ile yönetmeyi esas almıştı. Hükümetleri dışarıdan "güderek" iktidar olacağını sanmıştı. Prof. Dr. Sina Akşin, 1908-1913 arasını İttihat ve Terakki'nin "denetleme iktidarı yılları" olarak adlandırır. "Tam iktidar", Babıâli baskınından sonra gelecektir.

DEVRİME KARŞI TERÖR

İttihat ve Terakki, 1912 seçimlerinde Meclis çoğunluğunu ele geçirmesine rağmen iktidar olamamıştır. Oysa 1912 seçimlerinin sonuçları, halkın büyük çoğunluğunun İttihatçıları desteklediğini göstermektedir. Aslında seçimlerden yenik çıkan bir yıl önce kurulan Hürriyet ve İtilaf Partisi’dir. Bu parti, bir provokasyon örgütü olan Halâskâr Zabitan (Kurtarıcı Subaylar) aracılığıyla ülkede iç karışıklık peşindedir. Asıl darbe yapmak isteyen Prens Sabahattin liderliğindeki bu partidir. Bir darbe ile Harbiye Nazırı Nazım Paşa’yı sadrazam yapmak istemektedir.
İttihatçı düşmanı Nazım Paşa da entrika peşindedir ve bu işe teşnedir. İttihat ve Terakki, Meclis’te çoğunluktadır fakat hükümetten kendisi ayrılmıştır. Adeta kabuğuna çekilmiştir, fakat İttihatçılara yönelik baskılar giderek artmaktadır. 5 Ağustos 1912’de Meclis feshedilir. İttihat ve Terakki, iktidarı kendi elleriyle bırakmanın faturasını ağır ödemektedir.
Ekim 1912’de Kâmil Paşa hükümetinin kurulmasıyla bu baskılar artık teröre dönüşmüştür. Sadrazam Kâmil Paşa, 80 yaşında, İngilizci ve İttihatçı düşmanıdır. Ülkede tam bir İttihatçı avı başlatılmıştı. Hüseyin Cahit Bey (Yalçın) arkadaşlarıyla konuşurken Avrupa'ya kaçmaktan söz edince, Talat Bey "Saklanmaya evet, ama yurtdışına kaçmaya hayır" yanıtını verecek ve zor günlerde örgütünün başında kalacak, yurtdışına gitmek isteyenlere kızacak, İstanbul’da “kaçak” durumda örgütünü yönetmeye devam edecektir. Buna rağmen Hüseyin Cahit (Yalçın), Halil (Menteşe), Cavit gibi İttihatçılar Avrupa’ya kaçar. Hüseyin Cahit, gazetesi Tanin'in yayımını durdurdu. Hükümet de İttihatçıların gayri resmi organı Şuray-ı Ümmet gazetesini yasadışı ilan ederek kapattı.
Devrimden beş yıl sonra devrimin partisi yasadışı ilan edilmiş, Cemiyet’in genel merkezinin kapısına kilit vurulmuş, İttihatçı kulüpler kapatılmıştı. Balkanlar’da ağır bozgun yaşanırken, yüzlerce yıllık Türk kenti Selanik Yunan ordusunun eline düşerken Osmanlı hükümeti, İttihatçı avı peşindeydi. Sadrazam Kâmil Paşa, Selanik’in düşmesinden sonra İttihatçıları kastederek “Selanik gitti, onlar da defolup gider” diyecekti. İstanbul’un ünlü cezaevi Bekirağa Bölüğü, İttihatçı aydınlarla dolmuştu. Tutuklanmayanlar İstanbul dışına sürgüne gönderiliyordu.
Devrim bunun için mi yapılmıştı? İttihat ve Terakki bunun için mi kurulmuştu? Sultan Hamit bunun için mi iktidardan uzaklaştırılmıştı? Genç subayların başını çektiği ve yurdun bir ucundan diğerine kadar yeni ümitler uyandıran devrimin sonu böyle mi olacaktı? Balkan Savaşı'nda üç ayda perişan olmuş (Ekim- Aralık 1912) bir Osmanlı ordusu vardır. 31 Mart gerici isyanında olduğu gibi Rumeli’den gelecek bir Hareket Ordusu da yoktur. O zaman ne yapmak gerekir? İşte bu koşullarda Talat Bey kararını verir: Babıâli’yi devirmekten başka seçenek yoktur. Hükümeti devirecek devrimci bir eylem ne olabilirdi?

YARIN: Baskın basanın