Badem Ağacı...
“Seksen iki yaşın verdiği çöküklükten eser yoktu bakışlarında. Yüzü güneşten yanıkçaydı. Haritalaşmış çizgilerin her birinde ayrı bir öykü gizi vardı sanki. Ege gezisine çıktığım bir gecede tanıdığım Meryem Teyze, bana yalnızca evini değil, yüreğini de açmıştı. Köy muhtarı yollamıştı beni ona. Bahar geldiğinden pansiyonlarda kalacak yer yoktu. Arabamın lastiği de sakattı. Gündüz olunca baktırabilecektim ancak. Çaresiz hiç tanımadığım bir kadının evinde konaklayacaktım o gece. Meryem Teyze’yi tanıdıktan sonra ne o evden ne de Ege’den ayrılmak istedim.Evine girdiğim ilk gece yatak çarşaflarında hissettiğim sabun kokusundan mı, yoksa yorgunluktan mı; uyuyamadım. Nisan sonlarıydı. Sabaha karşı üşümüş olmalıyım ki Meryem Teyze bir örtü daha örtmüştü üstüme. Bülbüllerin aşk atışmalarına ilk kez orada, Meryem Teyze’nin badem ağaçları arasında tanık olmuştum. Daha önce duyduğum bülbül seslerinden daha güzeldi bu sesler. Yoksa Meryem kadının konukseverliği miydi bana güzel gelen?***Birkaç ay sonra yeniden koyulmuştum yola... Yine bir gece vakti kapısını çaldım. Unutmamıştı beni. Sarıldı kırk yıllık hasretliği gibi. İlk gecenin sabahında dişsiz ağzında utangaç bir gülümsemeyle selamladı beni. Dürüm içine patates ve acı biber koymuştu. Sararmış eski bir porselen tabak içinde de bir avuç ayıklanmış badem.Meryem Teyze otuz iki yaşında dul kalmış. Yedi çocuğu babasız büyümüş. Kocasından kalan badem ağaçlarının geliriyle büyütmüş kızanlarını. Beş oğlu iki de kızı var. En okumamışı öğretmenmiş Denizli’nin bir köyünde. Sıkça gelirlermiş kızanları ziyaretine. Badem toplama zamanı bütün çocukları ve torunları doluşurlarmış buraya. Oğulları içinden en çok banka müfettişi olan Hikmet’i severmiş. İlk çocuk ya, ondanmış sevgisi. Meryem Teyze’nin yüreği kocaman... Daha çok sevgi sığar içine... Bahçesindeki köpeğe bakışından, badem ağaçlarıyla, çiçekleriyle konuşmasından, insanlara sarılışından anlıyorum sevgisini.Hiç ayakkabı giymezmiş. Şaşırıyorum. Lastik terliklerinin arkasından çatlak topuklarını gösteriyor. Yarılmış, içi siyahlaşmış topuklar...Buzdolabı almış ortanca oğlan. Küçücük evde yer yok. Evin girişine, bahçeye koymuş buzdolabını. Üzerine de güneşten ya da yağmurdan korumak için gölgelik yapmış. Tek sorun bu evde, helânın dışarıda oluşu. Anadan, babadan öyle görmüş. Evin içi kokarmış yoksa. Gülüyorum. O da gülüyor. Güldükçe yüzündeki çizgiler daha fazla belirginleşiyor. Diş yok ağzında. Ağrıdıkça köy berberine çektirmiş. Yalvarmış çocukları, damak yaptırmak için, istememiş.Meryem Teyzemle geçirdiğim üç gün boyunca onun öyküleriyle coştum. İnanılmaz bir yaşam görüşü vardı. Yalansız, dolansızdı her şeyi. Sevgi, onda demir atmıştı. Bahçeden topladığı acı biberle bile konuşuyordu. Ayrılık zamanı geldiğinde gözlerinin nemli olduğunu gördüm. Dayanamadım. Sarıldım çocuğu gibi, anam gibi. Sırtımı sıvazladı. Dişsiz ağzını kapatarak güldü.‘Meryem Teyze, seneye baharda gelirim yine. Aman kendine iyi bak.’‘Sağol kızım... Sen de rahat varasın evine. Gidip de dönmemek, gelip de bulmamak var ha; bilesin!’Bilirim. Bilirim elbet dönüşlerde bulmamayı. Son kez baktım bu yaşlı, bilge kadına. Anadolu büyüklüğünde yüreğine saygımı, sevgimi bırakarak yola çıktım.*** Orhan Muhtar aradı geçenlerde. İki gündür bahçeye çıkmayan Meryem Teyze’yi merak eden köylüler eve girdiklerinde namazda secdede bulmuşlar. Önce yuğmuşlar, sonra da gömmüşler.‘Haberin olsun istedim kızım. Meryem Kadın bahçedeki ilk ağacı sana işaretlemiştir. O senin!’Küçük bedeni, kocaman yüreği olan Meryem Teyze!Yolun açık olsun Anadolu yürekli kadın...Kim demiş ki ‘Dikili bir ağacı bile yok!’ diye...Meryem kadının bana bıraktığı badem ağacım var ya...”***Terörden, siyasi ve ekonomik krizden bunaldığım bir zamanda imdadıma yetişti Tülin Dursun’un “Deniz Gezmiş ve Kırmızı Pabuçlar” isimli öykü kitabı... Basılalı 4 yıl olmuş ama benim elime bir kitapçının tozlu raflarında geçti.Ne yazarı tanıyordum ne de yazdıkları hakkında en küçük bir bilgim vardı.İçgüdüsel olarak keşfettim onu... Elimi uzattım, bu kitap geldi ve sonra da bırakmadım. İyi ki bırakmamışım.***Birbirinden sıcak onlarca öykü var Deniz Gezmiş ve Kırmızı Pabuçlar’da...“Deniz Gezmiş de nereden çıktı?” diyorsanız; söyleyeyim...Küçük bir kızın ayakkabısından çıkıyor!Zaten bu kitaptaki öykü kahramanlarının hepsi, küçük, adsız, namsız, sıradan ama yürekli, duygusal, dürüst insanlar...Kumpassız, yalansız, kurmacasız yalın öyküler...Ve su gibi akan bir anlatım, yalın bir dil...***Yukarıda okuduğunuz “Badem Ağacı” isimli öyküyü öyle sevdim ki içimden, “Keşke Meryem Teyze hayatta olsaydı da ben de gitseydim” dedim... Kıskandım yazarı!Biliyorum; ortalık kan gölü... Böyle bir ortamda “hikâye” okuduğum ve “hikâye” anlattığım için eleştirebilirsiniz beni...Ama “kaçmak” ve beş dakikalığına da olsa; sizi de kaçırmak istedim bu gündemden...Biliyorum; hiç tanımadığınız ama anneniz, teyzeniz, nineniz gibi sevdiğiniz Meryem kadın için akıttığınız o birkaç damla gözyaşı size de iyi gelecek!