Bahçeli bitti, ya Kılıçdaroğlu

Bu başlığı okuyan kimileri, haklı olarak kızacak, “yahu hırsızın hiç mi suçu yok?” diye.

Evet var, hem de çok.

Referandum kararının en başından beri, yapılabilecek tüm hukuksuzluklar, tüm tarafgirlikler yapıldı.

MHP dizayn edildi. HDP hapse tıkıldı. CHP hedef alındı.

Devletin tüm imkanları evet için kullanıldı, yetmedi tüm medya, o da yetmedi merkez bankası, örtülü ödenek, olmadı öğrenciler mitinglere taşındı.

Valiler, polis ve zabıta hayır pankartlarına geçit vermedi.

Muhalif isimlere salon verilmedi.

Seçim günü sandıklar ablukaya alındı, müşahitler gözaltına alındı, orada burada boş oy pusulaları “oh oh” diyerek dolduruldu.

Parti üyeleri sandık kurulu başkanı oldu, AKP’li sandık üyeleriyle istedikleri kararı aldılar.

1 milyon geçersiz oya bakılırsa, hayır oyları bazı yerlerde geçersiz sayıldı.

Son darbeyi de YSK vurdu.

Maç sırasında ofsaytı kaldırdı.

Mühürsüz bir seçim oldu.

Devletin haber ajansı, 2 saatte oyları saydı bitirdi.

Hukuksuz bir referandumdan kıl payı evet çıktı.

Daha YSK sonuçları açıklamadan, zafer konuşmaları yapıldı.

Yangından resmen mal kaçırıldı.

Pardon, atı alan Üsküdar’a geçti.

O hep eleştirdikleri tek parti CHP dönemindeki, 1946 seçimlerine benzedi bu referandum.

Açık oy, gizli sayım gibi bir şey oldu.

Neticede evet çıktı, ama 30 büyük şehirin 17’sinde hayır dendi.

Hele de İstanbul, Ankara ve İzmir’de hayır çıkması manidar oldu.

AKP ve MHP oylarının toplamının (yüzde 61) çok altında evet çıktı.

Devlet Bahçeli de jübilesini yapmış oldu.

Bu halkoylaması bir taraftan bana 1989’daki yerel seçimleri de hatırlattı.

O zaman değin tek başına iktidar olan ANAP, ‘89’da İstanbul, Ankara ve İzmir’i SHP’ye kaybetmiş, ondan sonra da belini doğrultamamıştı.

Şimdi olay, bire bir aynı olmasa da AKP’nin gerileme süreci başladı.

Hele de yüzde 51 oyla rejim değişikliği ve başkanlık mümkün gözükmüyor.

Ekonomik kriz belirleyici olmaya başlıyor.

Türkiye’nin üreten kentleri hayır verdiyse, bunda yaşanan krizin rolü büyük.

Doğu Anadolu, Karadeniz ve İç Anadolu, üretmeyen küçük nüfuslu yerler ve bunların verdiği evetler, sadece midesel ve ideolojik bağımlılığın göstergesi.

Referandumu ‘kullanışlı aletleri eliyle’ Türkiye gündeminin tam orta yerine sokan ABD, daha önce yapamadığını yaptı ve Türkiye’yi otoriterliğe ittirdi.

Referandumdan evet çıkarsa en büyük tehlike Türkiye’nin bir süredir uzaklaştığı ABD hegemonyasına yeniden ve daha tehlikeli biçimde girmesi’ demiştim.

Yani, Rusya, Suriye ve İran’a karşı tehlikeli askeri harekatlar ve federasyona geçişle Kürdistan’ın kurulması.

TRUMP’IN DEĞİŞİMİ BİZE YANSIYOR

“For almost a year the mainstream corporate media have demonized Russia, Putin, and Donald Trump. Putin was the devil and Trump was his sidekick. They operated some secret cabal that had insidiously infiltrated American consciousness through a few hundred alternative news sites that were part of the Russian propaganda apparatus. They operated in cahoots to steal the election from angelic Hillary. They released documents and emails as part of their ruse. Walking beside them and chuckling as they went, was Bashar al-Assad, the third member of this trinity of diabolical tricksters. Trump was going to sell the country down the river to the evil Russians.”

ABD’de Massachusetts College of Liberal Arts üniversitesinden sosyoloji profesörü ve yazar Edward Curtin, Global Research sitesine yazdığı makalesinde bunları söylüyor.

Yani Türkçesi; “Ana akım medya bir yıldır Rusya, Putin ve Donald Trump’ı şeytanlaştırdı. Onlara göre, Putin bir iblis ve Trump da onun yancısıydı. Gizli bir komplo yaptılar. Sinsice Rus propaganda aracı olan birkaç yüz alternatif internet siteleriyle Amerikan kamuoyuna sızdılar. Kol kola girdiler ve seçimleri “Melek” Hillary’den çaldılar. Bu planın bir parçası olarak Hillary’nin bilgi ve belgelerini kamuoyuna sızdırdılar. Beşar Esad da bu şeytani sahtekar çetenin üçüncü ismiydi. Trump, ülkeyi şeytan Ruslara satacaktı”

Curtin, edebi ve mizahi bir dille ABD’deki derin devletin elinde bulunan ana akım medyanın Trump’a ilk baştaki bakışını böyle tanımlıyor.

Fakat sonra birden Trump Suriye’yi füzelerle vurmaya karar veriyor. Vurduktan sonra bir anda Rus palyaçosu, Amerikan Başkanı’na dönüşüyor. Hele de Kuzey Kore’ye posta koyup, savaş gemilerini gönderince tam süper bir başkan oluyor.

Trump’ın Rusya ile diyalog yanlılarından temizlendikten sonraki ekibine dikkat ederseniz, çoğu ismin Bush ekibinden ve Neocon kökenli olduğunu görürsünüz.

Yahudi damadı Jared Kushner ise Barzanistan ile ilişkileri ele alıyor. Zaten babacığını Suriye’yi vurmaya da kocası sayesinde Yahudiliğe geçen seksi kızı Ivanka ikna etmiş. Yerseniz!

2. Dünya Savaşı’ndan sonra Hitler’in çizmelerini giyen Amerikan endüstriyel kompleksi ya da Şirketler Amerikası, kısaca Derin ABD Devleti, Trump’ı hizaya soktu.

“The neo-cons should be delighted, as well the many “liberal” demonizers of Russia and cheerleaders for an expanded U.S. attack on Syria – e.g. National Public Radio, The New York Times, the Washington Post, Democracy Now, etc. – who have waged a no-stop propaganda campaign to push Trump to abandon his best friend Vlad.”

Curtin, makalesinin devamında, “Neo conlar, ‘liberal’ Rusya düşmanları, ABD’nin Suriye’ye daha kapsamlı saldırısı için tezahürat yapanlar, yani Ulusal Kamu Radyosu, New York Times, Washington Post, Demokrasi Şimdi vs., Trump’ın en iyi arkadaşı Vlad’ı (Vladimir Putin’i) terk etmesi için dur durak bilmeyen kampanya yürütenler mutlu oldu” diyor.

Mutlu olanlardan bir tanesi de Neo conların ve Yahudi lobisinin temsilcisi, Trump’ın Başdanışmanı Rudy Giuliani oldu.

Türkiye’nin kaderini belirleyen Rıza Sarraf davasında avukatların danışmanı da olarak kilit rol oynayan Giuliani, Ankara’da bazı görüşmeler yaptı ve bu pazarlıklar ABD yönetimine iletildi.

Referandum boyunca bas bas “Güçlü Yönetim, İstikrar” diye ilan edilen bu şey, aslında Türkiye’yi güçsüzleştiren bir şey haline geldi.

Öyle ya, hiçbir denetim olmazsa tüm gücü elinde toplamış tek bir kişiyi ikna etmek daha kolaydı.

Önümüzdeki dönem bunun sıkıntısını fazlasıyla yaşayacağız.

KILIÇDAROĞLU GİTMELİ

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 8. seçimini de kaybetti.

Aslında görece başarılı bir kampanya süreci geçirdi.

Partisinin sağlam isimlerini seferber etti. Klasik pasifliği ilk kez işe yaradı. Bir anlamda ilk kez mağdur olmayı başardı.

Hayır oylarını da arttırdığından eminim.

Fakat yeterli olmadı.

Neden derseniz, pek çok gol fırsatını da kaçırdı da ondan.

Mesela Barzani için Ankara’da asılan Kürdistan flamasına tek söz etmedi.

Suriye’yi vuran Trump’a, “göreve hazırız” diyen Erdoğan ve AKP iktidarına tek söz etmedi.

Gaf yaptı malzeme oldu.

Seçim gecesi yine klasik pasifliğini gösterdi ve açıklama yapmakta geç kaldı, konuşması da son derece teğet geçti. Tek hatırda kalan sözü, “Maç yaparken kural değiştirilmez” oldu.

Tek tabanca Ümit Özdağ’ın aslanlar gibi gösterdiği tepkiyi yine ‘alışıldık olarak’ ortaya koyamadı.

Bence en kayda değer nokta, 2010 referandumuna göre, bu kez oy kullanmayı becerebilmesiydi.

Kılıçdaroğlu için de artık yolun sonu görünüyor.

Eğer AKP iktidardan düşecekse, artık iktidara aday olabilecek bir ismin ortaya çıkması lazım.

En önemlisi de yaklaşan fırtınada dev dalgalara rağmen gemiyi rotada tutmayı başarabilecek bir kişi olması lazım.

Bundan sonra eğer iktidara alternatif olunacaksa, hem MHP’de, hem merkez sağda ve hem de CHP’de yeni isimlerin olması şart.

MHP ve CHP’nin başına vatansever, Cumhuriyetçi, Atatürk çizgisinde liderler gelirse eğer Türkiye’de bir iktidar seçeneği ortaya çıkar.

Gelişmeleri doğru okuması ve Atatürk’ü doğru tahlil etmesiyle, Vatan Partisi de burada katalizör rol oynayabilir.

BOP’un girdabına yeniden kapılan Türkiye hızla bölünmeye ve bölgede savaşa gidiyor.

Buna dur diyebilecek tek milli hükümet seçeneği, Türk Milleti diyebilenlerin oluşturacağı Avrasyacı seçenektir.

Bu seçenek içinde ABD muhiplerinin yeri yoktur.

Çünkü tehdit oradan geliyor.