Bakan Bozdağ'a 'rejim' dersi

Adalet Bakanı, bir rejimin ne olduğuna karar vermek için ilginç ölçütler kullanıyor.

"Atatürk dönemi fiili bir başkanlık sistemidir” diyor. Biz şimdiye kadar Atatürk döneminde kısa bir “meclis hükümeti sistemi” ve “parlamenter hükümet sistemi” olduğunu okuduk, okuttuk, halen de öyle biliyoruz.

Bakan bu köklü tanım değişikliğini neye dayanarak yapıyor?

Ölçütü, kendi sözleriyle şu: “O dönemdeki başbakanların İsmet İnönü dışında kaç tanesinin adını sayabiliyorsunuz? Konunun uzmanları bile peş peşe bir dakikada başbakanların isimlerini sayamaz. Neden, çok açık başkanlık sistemi."

Demek ki yeni tanımımız şöyle olacak: Belli bir zaman diliminde başbakanların kimler olduğunu bir çırpıda sayabildiğimiz dönemlere başkanlık rejimi denir.

Yani Anayasa’da ne yazdığının, başbakanlığın ve hükümetin var olup olmadığının, bunların hükümet programlarının Meclis tarafından onaylanıp onaylanmamasının, bakanlar kurulunun siyasal bakımdan ‘ortak sorumlu’ sayılıp sayılmadığının, bakanların milletvekilleri arasından belirlenme şartının… önemi yok. Başbakanları sayabiliyorsak sistem parlamenter hükümet sistemi, sayamıyorsak başkanlık!

*

Ne var ki, dünya siyaset literatürüne yeni bir bakış gibi görünen bu sözü tam içselleştireceğimiz sırada, Bakan bambaşka bir şey diyor.

“Menderes dönemi de öyledir.” Hay Allah! Ama o dönemde Menderes başbakan değil miydi? Cumhurbaşkanı da Celal Bayar idi. Başbakanları sayabilmeyi bırakın, döneme adını veren kişi cumhurbaşkanı değil başbakanın kendisi. O halde Bakan, kendi ölçütünü kendisi ortadan kaldırmış bulunuyor.

*

12 Eylül 1980-1983 dönemi, Türkiye’de devlet başkanlığı dönemidir. Bakan bunu örnek göstermiyor.

Bunun ardından gelen Özal Dönemi’ni de nedense örnek vermiyor.

*

Bakan bunları atlayıp Erdoğan Dönemi’ni örnek gösteriyor. İşte burada iki doğru şey söylüyor: (1) "Anayasada cumhurbaşkanlığına verilmiş yetkiler, bir parlamenter sistemde olamayacak kadar çok" diyor. Gerçekten de 1982 Anayasası, güçlü yürütme yaratmak adına böyle bir yetki listesi getirmişti, bu halen yürürlükte." (2) "Cumhurbaşkanı 10 Ağustos 2014’te halk tarafından seçildi; yetkisinin kaynağı TBMM ile eş hale getirildi" diyor. Öyle oldu, belediyelerde olduğu gibi halk başkanı/cumhurbaşkanını ayrı, meclisi/parlamentoyu ayrıca doğrudan seçti. Bu iki özellik, Türk parlamenter hükümet sistemini klasik tanımından uzaklaştırdı. Aynı etkiyi yapan başka değişiklikler de oldu. Örneğin bakanların milletvekilleri dışından görevlendirilmesi, böylece hükümet-meclis ilişkilerinin gevşetilmesi bunlardan biri.

Aslında Bakan bu manzaraya bakıp “sorun değil, bu da bize özgü parlamenter hükümet sistemi modeli” diyebilir; ama demiyor.

Oysa Bakan’ın fiili başkanlık sistemi olduklarını söylediği Atatürk, Menderes, Erdoğan dönemlerinin hepsinde, başkanlık rejimlerinde ve AKP’nin 2012 taslaklarında ortadan kaldırılan tüm kurumlar yerli yerinde. Başkanlık rejiminde ve AKP’nin yapmak istediği değişikliklerde başbakanlık ve hükümet (bakanlar kurulu) yoktur, oysa bu dönemlerin tümünde var. Bu kurumlar var olduğu için, siyasal sorumluluk tek tek ve heyet olarak bakanlarda, bakanlar kurulundadır. O nedenle cumhurbaşkanları hep “sorumsuz” olabilmişlerdir. Başkanlık rejiminde bunlar yok edildikleri için, siyasal sorumluluk da başkana ait oluyor.

Özetle, parlamenter hükümet sistemi niyet ve davranışlarla ortadan kalkmaz, “fiili olarak” kurulmaz. Dolayısıyla bugün bizdeki sistem ‘fiili başkanlık rejimi’ değildir; çünkü bu rejimlerin “fiili”si olmaz. Kurumları ve kuralları anayasal olarak ortadan kaldırılmadıkça, yalnızca ‘fiilenben öyle davrandım, hükümet sistemi ve rejim değişti’ demekle rejim değişmez.

Fiili olan durum, yalnızca yürürlükte olan anayasanın ihlalidir. Devlet, kurulmuş kuralların dışında çalışmaya itelenmektedir. Hukuk devleti örselenmektedir. Böyle yapanlar meşruiyetlerini yitirir, ülkeyi kargaşaya sürüklerler.

*

Adalet Bakanı, OHAL Kararnameleri çerçevesinde bazı yerel yönetimlere görevlendirme yaptıklarında, o işleme kamu-idare hukukunda olmayan piyasa düzenine ait bir işlem yaptıklarını sanmış, “kayyım atadık” demişti. Şimdi sarf ettiği sözler de ne durumu doğru tanımlıyor ne de sözleri tarihi ve hukuki bir zemine sahip bulunuyor.

Türkiye’ye bambaşka elbiseler biçmeye çalışan iktidar sahipleri, eğer ne yapmak istediklerini gerçekten biliyorlarsa, böyle tutarsız konuşmalara bir son verip halka planladıkları rejimi açıklamalılar.