Balıkçı Mavisi
Nasıl anlatsam nereden başlasam bilemem, kaç kişiydik o zaman, onu da... İlk kez doksanlarda gittim, uçakla. Kırk yıl önce İstanbul’dan tek otobüsle ulaşmak mümkün değil; önce İzmir, oradan ikinci araçla yedi saatte Bodrum. İki otobüs şirketi varmış: Karadeveci ve Koparan.
Altmışlarda Bodrum beş bin kişi... İnsanlar yazın yaylada, ortalık bomboş. Berberlik en geçerli iş ve terzilik; o yılların en baba terzisi, bir gözü kör olup işi bırakan Muhittin Usta. Topanoğlu gibi bir iki zengin ailenin de bakkalı var; hepsi bu! Oğuz Alpözen, dostum Mehmet Bezdan ile yaptığı röportajda anlatmış. Kim mi Alpözen? Bodrum Kalesi’ni yeniden yaratan adam kim olacak!
Bomboş, mavi kasaba, kadınlar kapı önlerinde incir ayıklıyor. Yıkık dökük kalede akreptir faredir, ne ararsan! Fakat insanlar sade, temiz. Toplam masa sayısı yirmiyi bulmayan iki lokanta. Denizde balık gani; tutan çok da kime satılacağı belli değil. Sonra Kör Yusuf’un pastanesi. Bir kapalı iki açık yazlık sinema en büyük eğlence! İki tane otel mevcut: Emel Otel, Sefa Otel; yatak sayısı toplam yirmi değil. Deniz kıyısında yemek yenecek yer bile yok. Saat onda kapkaranlık Bodrum; yıldızlar, cırcırböcekleri, şiir...
Altmışlarda Bodrum! Kimi gece, sualtı arkeolojisinin babası George Bass, yazıp okuyor çadırında. Kolay değil, MS 7. yüzyıldan kalma Yassıada Batığı kazılmakta. Dalışta, en dipteki amforaların birinde bir ahtapot. Bunu en son çıkaralım, ölmesin, diyorlar; Fred koyuyorlar adını. Dile kolay: Üç yıl! Dost oluyorlar.
Buluntular arttıkça yıkık kaleyi de müze yapma fikri doğuyor. Haluk Elbe, George Bass, Oğuz Alpözen. Ceplerinden para koyup vitrin alıyorlar. Kaç kişiydiler o zaman, kaç kişi kaldılar... Bugün, kale bahçesinde dolanan fesli kaftanlı abiler hakkında ne düşünüyorlar?
Yetmişlerde, artık bayındır halde; gelip gidenler, bahçe, havuz fakat halk hâlâ ters bakmakta; tesadüf ya, adamın biri o günlerde maymun hediye ediyor müzeye. Önce bekçilerin çocukları ilgileniyor, sonra çocukların ana babası; maymun sevilir bizde bilirsin, “kırık dökük testi”den daha çok ilgi toplar. Amfora, bilmedikleri şey değil ki! Yine de böylece alışır kale - müzeye halk.
Alpözen’in Eski Testi Doktorunun Anıları adlı bir kitabı var. Cumhuriyet aydınlarını tekrar okura kazandıran yayıncım Haluk Hepkon’a, Kırmızı Kedi’ye buradan ses etmeli! Bodrum deyince, başka bir kitap, Selim İleri’nin güzelim kalp ağrısı; ilk adı Bu Gece ve Her Gece, Attilâ İlhan dokunuşuyla Her Gece Bodrum. Bakın romandan şu bölüm, mavileri ve amforaları anlatır: “Ha?la? batık gemileri anlatıyordu Kerem. Birçok kez dalmıştı Bodrum’da, Gökova’da, Marmaris’te... Amforaların üstlerindeki yıldızlardan söz ediyordu. Batık gemilerin iskeletleri bile kalmamıştı. Çürüyen ağaç gövdeler derinliklerde yok olmuştu. Buğdayla, zeytinyağıyla, kan kırmızı şarapla dolu testiler kalmıştı bir tek. Kerem, İstanbul’daki dostlarına yığınla amfora armağan etmişti; kendi evinde de vardı birkaç tane.”
Halikarnas Balıkçısı yetmişlerde, Bodrum’a hücum başladığında veda eder yaşama. İlk kirlenmedir kalabalık. Yıkım ve talan, kültürsüzlük, yol ve köprüyle gelir. Hırsızlık artacaktır. Mesela Bodrum’un antik çağ liderlerinden Mausolus’un mezarı olarak bilinen Mausoleum’un parçaları, 1875 yılında, Sir C. Newton tarafından “götürülür”... Bugün Londra’da, British Museum’da. Türkiye ne kadar uzun zamandır sevilmiyor aydını tarafından; Balıkçı, konuya el atıp kraliçeye mektup yazar: “Mausoleum’u bize geri vermelisiniz. Çünkü o ancak Arşipel mavisinin önünde güzel...” Cevap manidardır: “Mausoleum’u geri vermemiz mümkün değil ancak bulunduğu yeri Arşipel mavisine boyadık...”
Not: Fakir bugün, saat 14’te, Bodrum’da Zai Kütüphane’de. Kaç kişi kaldık bakalım!