Ballard’dan Faşizm Kokan Bir Modernizm Hikayesi: Öteki Dünya
“Metro Centre… Çevresindeki tüm manzaraya hükmeden, geniş Londra’nın en büyük alışveriş merkezini barındıran o muazzam alüminyum kubbe; cemaati Hıristiyan kiliselerinden çok daha kalabalık olan bir tüketim katedrali. Gümüş damı, devasa bir uzay gemisinin gövdesi gibi çevresindeki ofis binalarının ve otellerin üzerinde yükseliyordu.”
Özgün adı Kingdom Come olan yapıt, 2013 yılında, Sel Yayıncılık tarafından Süha Sertabiboğlu’nun çevirmenliğinde “Öteki Dünya” ismiyle dilimize kazandırıldı.
Ballard bu romanında da klasik üslubunu konuşturuyor ve eleştirel kimliğini yine ön plana koyuyor. Tıpkı Öteki Dünya’dan tam 30 yıl önce kaleme aldığı High-Rise (Gökdelen) romanında olduğu gibi, eleştirilerinin odak noktasında tüketim bulunuyor. Şüphesiz çağımız insanının en büyük problemlerinden biri olan bu konu, toplumun kanamaya devam eden yaralarından belki de en önemlisi. Önlem almak şöyle dursun, kapitalizm hizmetkarları tüketim çılgınlığını arttırmak için ellerinden geleni yapıyorlar.
“Sinema, kilise ya da şehir merkezi falan yoktu. Ve geriye kalan tek kültür yaşamı da cazip bir tüketiciliği pazarlayan sonsuz reklam panoları destekliyordu.”
Modern insanların adeta tapınakları haline gelmiş olan alışveriş merkezlerini enine boyuna irdeleyen Ballard, “Bilinç Eşiğini Atlayan Adam” isimli öyküsüyle bizlere fragmanını izlettirdiği kurgusunu bu kitabında dev bütçeli bir sinema şölenine dönüştürmeyi başarmış. Bunu yaparken de yine kendi vizyonu ve misyonundan asla taviz vermeyip, yine insanlık adına elle tutulur, yine gözle görülür çıkarımlarda bulunmayı başararak…
Kapitalizmin emirlerinden biri olan tüketim çılgınlığı ve beraberinde getirdiği alış-veriş faşizminin yozlaştırdığı insanlar, bu sistem içindeki bir döngüde kapana kısılmışlardır, tek çıkar yoları ise fazla ve daha fazla alış-veriş yapmaktır. Kentin hemen her yerinden görülen ışıltılı, devasa bir alış-veriş merkezinin kubbesini görmeden uykuya dahi dalamayan bu yozlaşmış insanların dramatik içe kapanıklılığını büyük bir ciddiyet ile dışa vuruyor distopyanın ustası Ballard.
“Tüketicilik, insanları denetim altına almak için bugüne kadar bulunmuş en büyük araçtır.”
Ballard’ı usta yapan unsurlardan biri hiç şüphesiz onun iflah olmaz bir insan kehanetçisi olmasından ileri geliyor. Romanlarında ve öykülerinde yaptığı son derece gerçekçi kehanetleri ile farkını inceden belli ediyor. Odak noktası insan olmasına rağmen, eserleri bilimkurgu sınırları içine giriyor zira Ballard, öncülerinden biri olduğu New Wave” (Yeni Dalga) akımına gönül vermiş bir bilimkurgu yazarıdır aynı zamanda.
Distopya türünde eserler vermiş yazarlar içinde değerlendirdiğimiz zaman da yine Ballard’ın diğerlerinden birçok farkı olduğunu söylemek mümkün. Bunlardan en önemlisi şüphesiz anlatılarının daha vahşi oluşudur. İnsan doğasının vahşiliğinin farkında olan Ballard, insanı irdelediği her yapıtında daha da ileri gidiyor ve kendisine bu konuda herhangi bir engel koymuyor. Bu yüzdendir işte Ballard’ın “dış uzay”ı reddedip, “iç uzay”a yönelmesi. İnsan öyle bir varlıktır ki Ballard için, bu canlıyı dünyada en iyi çözenlerden biri kendisi olmasına rağmen, yine de her zaman kendini yetersiz görmeye ve daha çok çabalamaya gerek duymuştur. Özetle, insanı ve toplumu eleştirme yeteneği görülmemiş düzeydedir.
“Seçme şansımız var sanıyoruz, fakat aslında her şey zorunlu. Alışveriş etmeyi sürdürmek zorundayız, yoksa kentliliğimizi yitiririz. Tüketicilik, ancak faşizmin tatmin edebileceği dev bilinçaltı gereksinimler yaratıyor. Arada bir fark varsa, faşizm, tüketiciliğin elektif deliliği yeğlediği zaman aldığı biçimdir.”
Richard Pearson, büyük şirketlerin reklam kampanyalarını hazırlayarak hayatını idame ettiren biriyken işten atılır. Eşiyle de yaşadığı problemlerin ardından kısa bir süre önce ayrılan Pearson, daha önce varlığının dahi pek farkında olmadığı babasının ölüm haberini öğrenir. Londra’nın banliyölerinden Brooklands, Heathrow’da yaşayan babasının cenazesi için oraya giden Richard, kasaba halkı için çok özel bir konumda bulunan Metro-Centre ile tanışacaktır. Babasının da bu dev alış-veriş merkezinde öldürüldüğünü öğrenen Richard, bu olayın peşini bırakmamaya karar verir ve Londra’ya dönmeyerek araştırmalarına başlar.
Reklamcılık yaparak para kazanan Richard’ın en iyi bildiği şeylerden biri şüphesiz avm’lerin tüketim pazarında çok önemli bir rolü olduğudur. Buna rağmen babasının o avm’lerden birinde öldürülmüş olması, onu bundan önceki yaşamını ve tüm bu kapitalizm unsurlarını tekrar gözden geçirmesine, sorgulamasına sebebiyet verecektir. Birden bire kendini ilginç bir tezatlığın ortasında bulan Richard, bununla baş etmeye çalışacaktır.
“Metro-Centre’da saat yoktu, geçmiş ya da gelecek yoktu. Zamanı gösteren tek ipucu, yukarıdaki monitörlerde gösterilen futbol maçıydı.”
Ballard bu romanında sadece tüketim toplumunu değil, spor başta olmak üzere, her türlü fanatizmi de eleştirmekten geri durmuyor. Bu otoban kasabasında her an her yerden çıkabilecek olan, St. George haçı işlenmiş kırmızı beyaz tişörtleri ile holiganlık yapan ve fanatikliğin yıkıcı etkilerini gözler önüne seren bir topluluk da yok değildir. Ve bu durum sadece St. George haçı işlenmiş tişörtler giyen insanlarla da sınırlı değildir. Bu kasabada spor ve spordan doğan şiddet bir hayli fazladır.
Bu yönüyle kitabın farklı bir açısına da şahit oluyor ve aynı zamanda her türlü düşünceye ve görüşe karşı körü körüne bağlılığın yanlış bir olgu olduğunu kitaptaki olayları muhakeme ederek rahatlıkla anlayabiliyoruz.
Hayatlarının her anında adeta bir labirenti andıran dev bir alış-veriş merkezi ile yatıp kalkan, onun yürüyen merdivenlerinde kendilerini hiç olmadığı kadar güvende hisseden, avm içindeki dev ekranlarda insanların tanrılaştırdığı bir adamın sesinden yeni ürünlerin ilanı ile mutlu olan, destekledikleri görüşleri canları pahasına fanatikçe koruyan bir insan topluluğu tabii ki günümüzden alınıp bu romana yedirilmiş bir kesitten başka bir şey değildir.
“Hiçlik hiçlikle değiş tokuş ediliyordu. Bu delice para dolaşımının ardında devasa bir can sıkıntısı hüküm sürüyordu.”
Bugünü anlamak için geleceğin geçmişten daha iyi bir anahtar olduğunu söyleyen ve bilimkurgunun da aslında reklamlar, imajlar gibi maruz kaldığımız çeşitli kurguların içinde gerçekliği yakalamak olduğunu belirten Ballard’ın Öteki Dünya’sı bizlere tam da bu cümlelerde yatan gerçekliği açık ediyor.
Bu kitabı okuyup da avm’lere bir başka gözle bakmayanlar aslında bu kitabı sadece okumuş olmak için okuyanlar ve yazarın o engin felsefi görüşlerinin farkına varamayanlardır. Modern dünyanın korkunç yüzlerinden birini kusursuz bir şekilde kağıda döken Ballard’ın ölmeden önce kaleme aldığı bu son romanı, hala düşünebilen okurlar tarafından kitaplıklarının en değerli parçalarından biri olacaktır şüphesiz.
Henüz Ballard’la tanışmamış olanlara önerilebilecek en iyi kitaplardan biridir Öteki Dünya. Yine de, Gökdelen romanı da bu eşsiz yazarla tanışmak için güzel bir başlangıç olabilir pek tabii. Karar sizin ama emin olun keyifle değil, içiniz karararak okuyacaksınız James Graham Ballard’ı.
“Yeni bir tür faşizm, bir şiddet tarikatı doğuyordu bu alışveriş merkezleri ve kablolu kanallar güruhundan. İnsanlar öylesine sıkılmıştı ki, yaşamlarında dram istiyorlardı. Kabadayıca yürümek, bağırmak ve gebertinceye kadar tekmelemek istiyorlardı yabancı suratlı herkesi. Bir lidere kahraman gibi tapınmak istiyorlardı.”