Barbie önce ayakları üstünde dursun

Oyuncaklar, oyuncaktan fazlasıdır. Onlar, kültür taşıyıcılarıdır. Tarih ilerledikçe, oyuncaklar da değişir, yenilenir.

Oyuncaklar gibi çocuk oyunları da tarihte iz sürmemiz için bize önemli ipuçları verir. Toplum, oyunlar ve oyuncaklar ile bebeklikten itibaren şekillenir. Tekerlemeler, ninniler, şarkılar, masallar, masal kahramanları…

1959’dan bugüne kadar 500 milyonun üzerinde üretilen ve bir biçimde kız çocuklarının oyuncak sepetlerine giren Barbie de sadece bir oyuncak değil. Aslında bakarsanız söylenegeldiği gibi bir “oyuncak bebek” de değil. Çünkü bir bebeğin neye benzediğini hepimiz biliyoruz. O, fiziksel olarak “kusursuz, ideal”, ayrıca zengin bir gardrobu olan yetişkin bir plastik insan figürü. O bir insan örneği ama asla bir oyuncak bebek değil.

BARBIE KADIN HAKLARINI SAVUNABİLİR Mİ?

Sinema tarihinin gördüğü en büyük reklam kampanyalarından birinin ardından gösterime girdi Barbie filmi… Ekranlar, gazeteler, sosyal medya pembeye kesti. Ünlüler Barbie filminden “storyler” attı.

Filmin özü, bir Marilyn Monroe ya da Rita Hayworth kopyası olarak piyasaya sürülen Barbie’yi, değişen pazar ihtiyaçları da gözetilerek yenileme ve hatta bir feminist simge olarak piyasaya sürme çabası.

Peki bu mümkün mü? Barbie’den bir kadın hakları savunucusu çıkar mı?

Çıkmaz. Çünkü bu Barbie’nin fıtratına aykırı. Barbie, özgür, ayakları yere basan, çalışan bir kadın figürü değil. Tersine “erkeklerin arzulayabileceği düşünülen” en ideal ölçülere ve yüze sahip bir nesne olarak tasarlandı. O, Amerikan rüyasının, popüler kültürünün ideal kadın tipidir. Barbie, kapitalizmin kadın bedenini ürünleştirmesinin bayrak taşıyıcı ikonlarından biridir. Oyuncak dünyasının Coca Cola’sıdır.

ATAERKİLLİĞİN ZİRVESİ

Barbie, kadın olmanın belirlenen ölçülere, duruşa sahip olmakla ve cinsellikle eşitlendiği bir kültürün bayraktarıdır. Öyle ki, daha ‘kadınsı’ durduğu düşünüldüğünden, bütün Barbieler parmaklarının ucunda yürür şekilde tasarlandı. Feminizm iddiasındaki Barbie’nin daha ayakları yere basmamaktadır.

Böyle bir figür, kıyafetleriyle bile cinselliği öne çıkarılmış bir oyuncak, nasıl bu kadar popüler olabildi? “Barbie gibi” diye evrensel bir deyim nasıl ortaya çıktı? Sorunun cevabını filmin henüz ilk sahnesinde alıyoruz. 1959’da ilk Barbie piyasaya sunulana kadar, çocuklar “gerçek bebeğe benzeyen oyuncak bebeklerle” oynamaktadır. Ve bu çocuklar hem ‘zevksiz’ giyinmiş hem de ‘çirkin’ çocuklar olarak resmedilmektedir. Siyah-beyaz mayolu ilk Barbie, bu çocukların hayatına dev bir güneş gibi doğuyor ve bebeğe benzeyen bebekler, çocuklar tarafından kırılıp atılıyor.

Yani artık çocuklar, “Barbie gibi” olmaya özeniyor. Onun gibi kusursuz Avrupalı bir güzelliğe sahip olmaya. Beyaz tenli, uzun bacaklı, zayıf, yüksek topuklu, sarışın ve renkli gözlü… Demek ki bırakın bir ‘feminist’ göndermeyi, Barbie ile kız çocuklarına aşılanan, bir kadın olarak hayatta var olmanın “erkekler için güzel” olmaktan geçtiği gibi ataerkilliğin zirvesinde bir mesaj. Ve tabii Barbie, aynı zamanda moda sektörünün de iş ortağı. Kız çocuklarına neler giyerlerse havalı olacakları, hangi çantayı takarlarsa popüler kızlar olacaklarını dikte eden bir ortaklık.

BARBIE’NİN ALGI ÇABALARI

Yapılan bir araştırma yüz binde bir kadının Barbie’de tasarlanan beden ölçülerine sahip olabildiğini göstermiş. Bunun sonucu olarak henüz çocuk ya da ergenlik dönemindeki bazı kızlarda yer yer özgüven kaybına, içe kapanmaya hatta kimi psikolojik rahatsızlıklara rastlandığı rapor edilmiş. Elbette bunun tek nedeni Barbie değil. Barbie’yi de yaratan o popüler kültür. Estetiğin, kozmetiğin, pırlanta reklamlarının, güzel görünmek için sergilenen onca çabanın, moda rekabetinin, hatta sağlığından vazgeçenlerin bir nedeni olmalı.

Herkesin Barbie olamayacağı gibi basit bir gerçek, zamanla bu oyuncağın satışlarını düşürdü. Barbie’yi üreten dev şirket, bu nedenle zamanın ruhuna uygun değişiklikler yapıyor. Birazcık da “kusurlu” Barbieler piyasaya sunuluyor. Kilolu Barbie, tekerlikli sandalyeli Barbie, vitiligolu Barbie, down sendromlu Barbie gibi… Fakat bunların tümü bir algı çalışmasından öteye geçemiyor. Bugün internet arama motorlarına “Barbie bebek” yazıp alışveriş yapmak istediğinizde ya da bir oyuncakçıya gittiğinizde karşınıza yüzde 99 “ideal Barbie” çıkmaktadır.

Ardından Barbie’yi “sarışın aptal güzel” görüntüsünden kurtarma çabası başlıyor. Bu kez meslekler devreye giriyor. Doktor Barbie, pilot Barbie, ABD Başkanı Barbie… Barbie bu yolla kız çocuklarına, “isterseniz her şeyi başarabilirsiniz” mesajını verdiğini iddia ediyor. Ama maalesef, meslek de Barbie’nin üzerinde sırıtıyor. Çünkü Barbieler, yine ‘kusursuz’! Kusursuz değilseniz, gerisi hikâye. Barbie ‘doktor’ olsa da, moda ile özdeşleşmiş, stili ile öne çıkmış tüketim arzusunun esiri olmuştur.

Zamanla Barbie, başka pazarlara da açılma ihtiyacı duyuyor. “Renkli” Barbiler üretiliyor. Afrikalı, Asyalı, Hint, Eskimo… Hatta burka giymiş, tesettüre bürünmüş Barbie'ler, geleneksel Yahudi kıyafetleri içinde Barbie’ler dahi üretiliyor. Ancak bütün bunlar, Mattel’in ‘folklorik’ imaj çalışmalarından öteye geçmiyor. Barbie, hâlâ 1959’daki Barbie… Diğerleri Barbie’nin üzerine boya dökülmüş hâli.

KADINLAR BARBIE’YE BORÇLU MU?

Diyeceksiniz ki bu Barbie neyine güvenip feminizm iddiasında bulunuyor? Haklısınız. Aşırı bir özgüveni var filmin yapımcılarının. Hatta filmde dış ses, “Barbie istediğini yapabilir, kadınlar istediğini yapabilir. Barbie sayesinde feminizm ve eşitlikle ilgili sorunlar çözüldü.” gibi iddialı sözler sarf ediyor. Onlara göre gerçek hayatta kadınlar birçok özgürlüklerini Barbie’ye borçlu.

Ama filmde o kadar kaba bir feminizm yorumu var ki, değme feministleri çileden çıkarır. Filmde bütün erkekler kötü. Hepsi. Bütün ‘Ken’ler, vaktini Barbie peşinde geçiren boş adamlardır. Ve Ken’ler, fırsatını bulduklarında ataerkil bir yönetimi Barbie dünyasına getirmeye kalkmaktadır. Ataerkil dedikleri de kadınların erkeklere içki taşıması ve erkeklerin ayaklarını yıkaması… Barbieler, sonunda Barbie dünyasında darbe yapmaya kalkan Ken’lere karşı bir mücadeleye girişirler. Film bu. Belli ki Barbie, başından itibaren kendisini eleştiren feminist çevrelerle barışmaya çalışıyor.

GERÇEK KAHRAMANLARI ÖRNEK GÖSTERELİM

Kadınlar ve erkeklerin bir arada, eşit, adil ve saygılı bir dünya kurmaları mümkün değil bu filme göre. Filmde sadece bir erkeğin aklı başındadır, o da açıkça belirtilmese de eşcinseldir. Ha bu arada Barbielerden biri de trans.

Bugün emperyalizmin tanrıları feminizmin ve eşcinselliğin arkasında. Şaşaalı reklam kampanyalarıyla gösterime giren Barbie’yi de bu açıdan izlemek gerekiyor. Dev oyuncak şirketi Mattel’in yakın zamanda “cinsiyetsiz bebek” ürettiğini de hatırlatalım. Creatable World (Yaratılabilir Dünya) adını verdikleri bu Barbie serisinde erkek görünümlü bebeklere kız kıyafetleri giydirmeniz ya da tersini yapmanız mümkün. Böylece Barbie de ‘akışkan cinsiyet’ dünyasına adım atmış oluyor.

‘Bir oyuncak’ deyip geçmeyin. O oyuncak, bugün ‘gişe rekortmeni’ bir Hollywood kahramanına evrilmiş durumda. O oyuncak, küçücük dimağlara bir yaşam tarzını yerleştiriyor. Ve o yaşam tarzı, kadınların lehine bir yaşam tarzı değil. Barbie’nin çocuklara vereceği anlamlı ve olumlu bir değeri ben göremiyorum.

Hem kendi tarihimizde hem de dünya tarihinde yaşamları, ürettikleri, kahramanlıkları, öncülükleriyle kız ve erkek çocuklarımızın ilham alabilecekleri sayısız karakter var. Belki de onları tespit edip, oyunlaştırıp, çocuklarımızın hayal dünyasına açmanın zamanı gelmiştir.