'Barış Günü Terörizmi' ya da Çanlar niçin çalıyor?
Barış günü terör mü olurmuş, diyeceksiniz. Dünya Barış Gününde saptırılmış barış çağrılarıyla terör devletleri ABD ve İsrail’in saldırganlığını kınamayıp gizlerseniz, barış duygularını teröre alet ederseniz ve giderek kutsal barış kavramıyla terör yardakçılığı yapmaya kalkarsanız, buna biz “Barış Günü Terörü” deriz.
Yarın, 21 Eylül Dünya Barış Günü. İddiası büyük, fakat barışa katkısı göstermelik bu anlamlı gün için Birleşmiş Milletler’de, Almanya'nın Polonya'yı işgal ettiği 1939 yılının 1 Eylül tarihi kabul edilmişti. Daha sonra yine BM, herhalde “emperyalist saldırganlığı akla getiriyor,” diye olacak, 7 Eylül 2001’de kararını değiştirmiş ve genel kurulun her yıl toplandığı 21 Eylül’ü Dünya Barış Günü ilan etmişti.
“Dünya çapında çatışmaların önlenmesi ve barışın tesisi yolunda bilinçlenmeyi” amaçlayan her 21 Eylül günü, Birleşmiş Milletler Merkezi’ndeki “Barış Çanı” çalınıyor. Savaşlardaki insani kıyımın anısına Japonya tarafından yaptırılan bu çan, dünyanın tüm kıtalarından çocukların bağışladıkları bozuk paralarla üretildi. Çanın üzerine “Çok Yaşa Mutlak Barış” yazısı nakşedildi. 21 Eylül günü barış çanları Türkiye dâhil, dünyanın 19 ülkesinde “Kesin Barış” vaadiyle çalmakta.
New York’taki Birleşmiş Milletler genel merkezinde bulunan ve uluslararası barışın simgesi olarak kabul edilen 116 kiloluk ‘Barış Çanı’na tokmak sallayan BM Genel Sekreterinin barış mesajları emperyalist savaş merkezlerinin bir kulağından girip öbür kulağından çıkıyor. Eğer çıkmamış olsaydı Küreselci Emperyalizm, dünyanın dört bir köşesinde bunca kanı dökebilir miydi?
KOMŞULARLA SIFIR SORUN: KOMŞUNU SIFIRLA!
Bizde de paralel uygulama tekrarlanıyor. 21 Eylül 2011 günü Ankara’nın Botanik bahçesindeki Barış Çanı, Türkiye Birleşmiş Milletler Temsilciliği, Türk - Japon Vakfı Başkanı, davetli diplomatların katılımı, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu mahirliğiyle çalınırken, aynı anda emperyalizm, kendi doğurduğu terör örgütleriyle Suriye’ye saldırmakla meşguldü. Bu hayâsız saldırıda Küreselci Emperyalist hegemonya Türkiye’ye de önemli bir rol biçmişti. Şam’da “Emevi Camisinde namaz kılma” fikri bunu çok iyi açıklıyor.
“Amerikancı İslam”ın bu “ulvi” duygularıyla, yani FETÖ’de anlamını bulan “Amerikan imanıyla” ve elbette “Yurtta Sulh, Dünyada Sulh,” eşliğinde Barış Çanına tokmak salındı.
Amerikancı Efeliğiyle “Komşuları sıfırlayarak sorunları sıfırladığını” sanan Davutoğlu, o gün, “Türkiye’nin uluslararası toplumla işbirliği ve dayanışma içinde, üzerine düşen sorumluluk ve görevlerin gereğini yerine getirme konusunda kararlı olduğunu,” bildirmişti. “ABD’nin Ankara’daki adamı” olarak nam salan Gelecek Partisi lideri, oynadığı ölümcül rolün sorumluluğundan gelecekte kurtulabilecek mi? Kutlu Hadisler ibret verici bu hadiselerle dolu.
Barış çanı ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Banki Moon
ASYA UYGARLIĞINDA BÖLÜCÜLÜĞÜ YER YOK
21. Yüzyılın dayattığı maddi gerçeklere uygun olarak Atlantik Sistemi çöküp giderken onunla birlikte suça batmış terör örgütleri de tarihin çöplüğüne gömülecek. PKK ve Liderinin heykelini dikecek HDP ile PYD, JPG, IŞİD, El Kaide vb. terör örgütleri için canı gönülden El Fatiha çekebilirsiniz.
Bu gerçeğin Türkiye’deki yansıması olarak rüzgâr dönmeye başlamıştır. Günümüzde, Amerika’nın dâhiyane “Siyasal İslam” projesinin, “terkibindeki bozukluk”, hedeflerindeki sapkınlık nedeniyle mazlum ve gelişmekte olan milletlerin kayasına çarparak Atlantik’in dibini boylama sürecini yaşıyoruz. Bütün bu tarihsel gelişmeler bizi sarsıp kendimize getirdi mi?
Çünkü Suriye politikamız organlara yuvalanmış “hak suretli” FETÖ hücreleri, ve beyinlerden tam olarak temizlenemeyen FETÖ virüsleri nedeniyle yakasını ABD çıkarlarına hizmetten kurtarmış değil. Henüz Suriye’ye barış, dayanışma, işbirliği için, kader birliği etmiş gerçek komşu duygularıyla gidemedik. Gidilecek fakat! Gerçeğin kayasına kazınmış olarak!
Çünkü dünyayı kendine hayran bırakan çok kutuplu Yükselen Asya uygarlığının ve bu yükselişin lider ülkelerinden Türkiye’nin mecburiyetidir bu. 21. Yüzyılın karakterinde milletleri bütünleştirme var; bölme, parçalama, dışlama, komşuya müdahale, düşmanlık yok. Yükselen Asya Çağı’nın Anayasasında her türlü bölücülük suçtur.
ÇANLAR KİMİN İÇİN VE NİÇİN ÇALIYOR?
Çanların çalmasında bir sorun yok, çalsın dursun. Fakat sorun, insanlığa barışın çan sesleriyle bir türlü gelmemesinde. Haydi, gelmiyor diyelim, daha da acısı, yaratılan sahte barış havasının savaşı “perdeleyip” tetiklemesinde. Nasıl mı? Barış çanlarının, sahte barış mesajlarının sesleri beyinlerde aldatıcı bir umut, gönüllerde yalancı bir rahatlık yaratırken, savaşın top gürültüleri bu seslerin arkasına saklanarak icraata devam ediyor. Terörist devletler, yankılanan çan sesleri ayininde boş barış mesajlarını saptırılmış umutları, kendine siper yapıyor.
Bölücü yandaşı Sivil Toplum Kuruluşlarının, Türkiye’ye yabancılaşmış, kurum ve kişilerin, bir taraftan “Aydınlar Oligarşisi”nin içtenlikten uzak mesajları savaşı kışkırtmaktan öteye gitmemiştir. Bugüne dek, bu sahte “Barış” talepleriyle, içtenliksiz “Barış” zılgıtlarıyla kitlelerin aklı karıştırıldı, kamu bilinci tahrip edildi.
BM Genel Sekreteri, Barış Günü nedeniyle 24 saatliğine silahları bırakma ve ateşkes çağrıları yaptı, yapıyor. Fakat çanların vicdan rahatlatan hoş ve boş sesleri arasında kaynayan bu talepler karşılık bulmuyor. Fakat iş, hiç de o kadar renkli bir oyuna benzemiyor. BM 21 Eylül’de sahneye çıkıyor, kendi rolünü oynayıp kulise dönüyor. Bu arada ne yazık ki mazlum dünya, Dünya Barış Gününde de can vermeye devam ediyor. Ancak, hepten umutsuz değiliz. 21. Yüzyılın çok kutuplu uygarlığı buna izin vermeyecektir.
AMERİKANCI İRADEYE BOYUN EĞENLER
Türkiye’de kendini sol, sosyal demokrat, sosyalist, ilerici, komünist hatta “Atatürkçü” vb. tanımlayan Batıcı bir aydın kesim ile kendini Marksist - Liberal kavramlarıyla tanımlayan Küreselci Mandacı bir kesim, bölgemizdeki milli devletlerin Vatan Savunmalarına karşı sıkı bir işbirliğini yürütüyorlar. Söz gelimi Türkiye kendi bütünlüğü, komşuların güvenliği için yurt içinde ya da sınır ötesi bir nefsi müdafaya mı geçiyor; vay sen misin Amerikan iradesine meydan okuyan! O an bu merkezler yaygarayı basıyorlar: Savaş hayır! Irkçı devlet! Katil devlet!
Türkiye kendine yönelik bir tehdidin üstüne mi gidiyor, o anda örneğin Türk Tabipler Birliği (TTB) yönetimi, hemen bir “Savaşa hayır, barış hemen şimdi!” kampanyası başlatıyor. Daha önce (10 Eylül 2015) yayımlanan Sanatçılar Girişimi bildirisiyle de aynı hataya düşüldü. Vatan Savaşını, Saray Savaşı diye algılayanlar, sahte barışçı bir tutum takınarak, gerçek tehdidin ABD, İsrail, PKK ve FETÖ olduğu gerçeğini es geçtiler. Hedef saptıran bildiriye o gün karşı durduk.
ÇANLAR EŞLİĞİNDE ULUSLARI YIKMA HAKKI
Küreselci Mandacı aydınlar, Lenin’in “Ulusların Kaderini Tayın Hakkı” kitabını sözüm ona temel alıyorlar. Milli devletleri emperyalizmden korumak için 100 yıl öncenin pratiğinden ortaya çıkmış “Ulusların Kaderini Tayın Hakkı”nı ileri sürmekle haklılık kazanacaklarını düşünüyorlar. Oysa Lenin bu yapıtıyla, büyük devletlerin saldırılarına karşı oluşmakta olan milli devletlerin varoluş iradelerini güçlendiriyor. Lenin 100 önce emperyalizmin ve aynı anda ulus bölücülüğünün önünü tıkıyor. Ulusların kendi kaderini tayin hakkı ancak, özünde emperyalist devletlerin her türlü bölücü faaliyetine karşı birleştirici, bütünleştirici olmakla sağlanabilir. “Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı” bu görevi yerine getirmek için kaleme alındı.
BARIŞ GÜNÜ HİÇ YUNUS’U GÖREN VAR MI?
Her şey bir yana, UNESCO Türkiye Milli Komisyonu 2021’i, ölümünün 700. yılında Yunus Emre yılı ilan etti. Cumhurbaşkanlığının da duyurduğu “Dünya Dili Türkçe Yılı” kararıyla aynı kapsamdaki etkinlikler Yunus Emre sevgisinde bütünleşti. Sanırım, işin içinde hükümet ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan olduğu için kendini “solcu” gören edebiyat, sanat kurumları buna gözlerini kapadılar. Gerçi 2021 yılı henüz bitmiş değil. Belki Türkiye Yazarlar Sendikası ya da PEN Türkiye Merkezinden birer açıklama gelir.
Ulusal ve uluslararası anma ve kutlamalar boyunca Yunus Emre felsefesinin evrensel insani değerleri ön plana çıkartıldı. Düşünün ki, Yunus Emre dünyanın pek çok köşesinde anılırken, Yunus hikmetlerine en çok ihtiyaç duyduğumuz bu süreçte Türk şairinin, Türk edebiyatçısının, Türk sanatçısının buna sessiz kalmasından daha büyük kendine yabancılaşma olabilir mi? Hastalık nerelere sıçramış!
“Yetmiş iki millete aynı gözle bakmayı” öğütleyen, kurtuluşu insanın özünü geliştirmede bulan, güzel Türkçemizin en büyük şairi Yunus Emre’nin kutlu varlığı, bir kez daha gönülleri sevgiyle, iyilikle, hoşgörüyle doldurma fırsatı buldu. Ancak benliğini yitirip kendini Batının düşünsel bütünlüğü içinde gören pek çok sanatçımız, aydınımız buna ilgisiz kalmakta devam ediyor. Çok yazık!
ÇAN SESLERİNİN İÇİNDEKİ UMUT
Sonuç olarak, Dünya Barış Günü nedeniyle yeryüzüne yayılan Çan seslerinin içinde yepyeni bir umudu taşıdığını da belirtmemiz gerekiyor. 21. Yüzyılın kutlu gerçekleri Asya Çağı karakterinde yansıyor. Barış Çanları aynı zamanda dünyaya emperyalizmin çöküşünü muştularken, yaklaşan “Dünya Devrimleri”nin sıcaklığını da hissettiriyor. Giderek, Birleşmiş Milletler’i ve pek çok uluslararası yapıyı da etkileyen yeni yükselişle birlikte, Vatan Savunması mevzisindeki Milli Devletler de kendi devrimlerinin notalarını yazmaya devam ediyor. Hiç kuşkunuz olmasın Büyük İnsanlık, Asya uygarlığının zaferleri için çanların umut şarkılarıyla çalacağı günlere gidiyor.